1 Ekim 2012 Pazartesi

Artık “mızrak çuvala sığmıyor” usta!

Share AKP iktidarı işbaşı yapalı on yılı aşmak üzere. Küresel güçlerin taleplerini, içerde din sosu ile süsleyerek yediren ve hazmettiren Sayın Erdoğan iktidarını çıraklık, kalfalık ve ustalık evrelerine ayırmıştı. 
Tıkandığı her noktada kendilerine; ya muhalefetten veya Atlantik’in ülke içindeki diğer uzantılarından muhtıra ve kapatma davaları ile imdadına yetişilmiş, halkın AKP etrafında safları sıklaştırılmıştır. Kapatma, e-muhtıra ve yanlış muhalefet ile gücüne güç katan iktidar, var gücü ile küresel talepleri bir bir yerine getirmiştir. 
Her sefer de mağduriyete oynayan AKP iktidarına, millet destek vererek demokrasiyi geliştirdiğine inandırılmış. Hâlbuki darbeyi yaptıran güçlerin, şimdi AKP’nin arkasında olduğunu fark edememiştir. 
Bu anlayış “iktidar ne yaparsa doğru yapar ve mutlaka bir bildiği vardır” inancını doğurmuş ve iktidarın yaptığı her yanlışı onaylama gibi bir saplantıya, hatta mankurtçuluğa dönüşmüştür. 
Çıraklık ve kalfalık dönemlerinde neler olduğunu bir hatırlayalım: 
AB uyum yasaları adı altında içişlerimiz Avrupa Birliği’ne teslim edilmiş, terörle mücadele başta olmak üzere, devlete ait tüm kırmızı çizgilerimiz yok edilmiştir. Karşılığında ise “Avrupa’ya giriyoruz” yalanı seslendirilmiş. 
Avrupa’ya girdik diye bayramlar yapılmış, Başbakan Erdoğan bu bayram kutlamalarında “Avrupa’nın Fatihi” ilan edilmiş ve on binler hava alanlarına akın etmişti. Bugün Avrupa Birliği yalanından hiç bahsetmeyen iktidar, o yalan karşılığında acaba neleri vermiş, ülkenin hangi davalarını satmıştır? 
Bir hatırlayalım… 
İzinsiz ev ve araçların aranamayacağı hükme bağlanmış, sıfır olan terör eylemleri kültürel hakları tanıma ve “Kürt sorunu vardır” söylemlerinin ardından, yeniden hortlamaya başlamış. Hapiste olan PKK’nın siyasi vekilleri hapisten çıkarılmıştı. 
Kıbrıs AB’ye girmemize engel kabul edilmiş ve Annan Planı desteklenmiş, Kıbrıs Rum kesimi Türkiye imzası ile AB’ye girmiş ve Türkiye Ada’da işgalci konuma düşmüştür. 
Dinler Bahçesi kurulmuş, İslam ve Türk tarihinde ilk defa bir Başbakan tarafından kiliseler, tekbirlerle açılmıştır. Zina suç kapsamından çıkarılmış, Domuz eti kasaplık et statüsüne sokulmuştur. Yabancılara toprak satışı çıkarılan kanunlarla gerçekleştirilmiş ve azınlık vakıflarına tarihi binalar peşkeş çekilmiştir. 
PETKİM, POAŞ, SEKA, GALATAPORT, TELEKOM gibi ülkenin en stratejik yüzlerce kurumları satılmış ve kimilerinin kasalarında satılan fiyat değerinde paralar unutulmuştur. 
Maden ve petrol yasaları ile ülkenin tüm yeraltı kaynakları yabancılara satılmış, Tahkim yasaları ile satışlar garanti altına alınmıştır. Kuzey Irak oluşumu, özel anlaşmalar ile tanınmış ve bu gün Irak merkezi hükümeti danışıklı-dövüş ile bypas edilerek, ilan edilmemiş Kürt devleti filen tanınmıştır. 
Çıraklık ve kalfalık döneminde; büyük ustalıkla tüm dış talepler yerine getirilmiş ve her icraatın savunması iktidar tarafından din-iman tartışmaları altında yapılmış, başörtüsü savunmaları ile örtülmüştür. 

Ancak AKP’nin Suriye politikası, onca yalan, yanlış ve numaraya rağmen halk tarafından şüphe ile karşılanıyor. 
İktidarda ustalık dönemini yaşadığımız Erdoğan’a halk soruyor “Suriye bizim komşumuz, ticaretimizi kestik milyarlarca dolar zararımız var, eli silahlı isyancıları neden destekliyoruz? Bu kadar ekonomik sıkıntıda olmamıza rağmen, niçin çadır kentler açarak milyarlarımız akıtılıyor?”
“Bu işin sonu ne olacak ve ne kadar sürecek? Suriye ile savaşmamızı kim ve ne için istiyor? Suriye’ye demokrasi götürmek neden bizim işimiz olsun? Biz çok mu demokratız?” gibi sorularla halk sorgulamaya başlamıştır. 
Yapılan anketlere göre; AKP tabanının dahi yüzde doksan beşi Erdoğan’ın Suriye konusunda ülkeyi yanlışa sürüklediğini düşünüyor. 
Çıraklık, kalfalık dönemlerinde ki gibi halkın gözü artık kapalı değil. 
Usta Erdoğan Suriye’de yakayı ele vermiş gözüküyor. 
Artık “mızrak çuvala sığmıyor” Ustaaa! 

Yusuf KARACA

Kaynak : http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel%2C12003151

AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu : "PKK seçime girip gelsin"

Share
AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu, yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelde (eyalet sistemi) PKK'nın seçime girip, seçildikten sonra gelmesini istedi.

PKK bir yıldır sadece top çeviriyor. (2012: 144 Şehit) Oysa her örgütün ve her eylemin bir hedefi vardır. PKK'nın ise bir hedefi yok. PKK'nın içindeki hiçbir kanat örgüte hedef koyamıyor. Bu örgüt, sadece Öcalan'ın hedef koymasına alışmış"

"Öcalan şu anda en güçlü konumunda. PKK, Öcalansız hiçbir şey yapamayacağını gördü. Şimdi BDP, KCK, PKK hep birlikte yeni baştan Öcalan diyorlar"

Kaynak : Banu AVAR - https://www.facebook.com/photo.php?pid=2015250&l=8128ff07cf&id=123521044324584

30 Eylül 2012 Pazar

KADIN DURUŞU

Share
KADIN DURUŞU...

Yakın zamana kadar “asker duruşu” derdik...

Geçiniz...

...

“Kadın duruşu” bu...

Selam verin...

*

Bin erkek istemem...

Bir kadın tutsun elimden...

Bırakmaz...

Düşmem...

*

Döküldünüz birader, rezil ettiniz erkekliğin şanını...

Birbirinizi sattınız...

İspiyon, ihbar, gammazlık, ihanet...

Ben mi gidip ihbar ettim arkadaşımı?..

Paşa mısın?..

Maşa mısın?..

*

Akademisyenler, profesörler, bilim adamları, eğitimciler...

Çocukları yobaza teslim ederken hiç utanmadınız...

Sesiniz çıkmadı...

Sustunuz...

Bastınız imzayı hatta...

Bir kadın yine “Okulumu vermem” diye pankartını alıp çıktı... Okulun merdivenlerine oturdu ağladı...

Polisler alıp götürdüler...

Bebeği annesinin götürülüşünü görüp şaşkın ve çaresiz peşinden koştu boşuna...

Siz saklandınız...

*

Dün vardı gazetelerde:

Bir kadın...

Bülent Arınç, arkasında bir sürü yağcı erkekle Muğla’da dolanırken, o atılıp “Senin ne işin var burada, bunca şehidimiz var, ne yüzle geldin?” dedi...

Yiğidim...

Polisler tuttular kollarından...

Götürdüler...

*

Bebeğinin doğumuna karışan iktidarı Ankara’da protesto eden 27 kadın yargılanıyor... Her birisine 6 yıl hapis istiyor savcı...

Babaları yok ortalıkta...

Tek başlarına mı yapıyorlar bebekleri kadınlar?..

*

Size bu zamlar da az aslında...

Dünyanın en pahalı benzini müstahak mesela...

Hem paranız yok, hem yüreğiniz...

Türkiye’nin tuzu kuru en zengin kadınlarından birisi çıktı, Başbakan’a hiçbirimizin söyleyemediğini söyledi işte:

“Senden korkmuyorum...”

*

Bin erkek istemem...

Yanımda olacaksa bir kadın olsun...

Tutacaksa bir kadın tutsun elimi...

Düşmem...


29 Eylül 2012 Cumartesi

Eyalet sistemi için geri sayım başladı!

Share
Türkiye’yi bölme sürecini resmen ve fiilen başlatacak “Yerel Yönetimler Reform Paketi” TBMM’nin açılışıyla birlikte gündeme gelecek.

O tabloya son fırça darbeleri

İktidara geldiği günden itibaren üniter yapıdan eyaletleşmeye giden yolun taşlarını döşemeye başlayan AKP, altyapısını çoktan bitirdiği tabloya son darbeyi indirmeye hazırlanıyor. AKP’li 5 vekilin hazırladığı ve sadece adı eyalet olmayan “Yerel Yönetimler Reform Paketi” Meclis’in açılmasıyla birlikte gündeme oturacak.

AB, kesenin ağzını iyice açtıİl genel meclisleriyle ilçe belediyelerini kaldıran ve büyükşehir belediye başkanlarına çok geniş yetkiler öngören paketin ön hazırlıklarını BM Kalkınma Programı (UNDP) yürüttü. Paketle ilgili olarak 2 yıl boyunca Türkiye’de çalışma yapan UNDP’nin bu faaliyetleri ise Avrupa Birliği tarafından finanse edildi: Tam 4 milyon euro... 

Merkezi yönetimin sonu geldiPaket kapsamında hazırlanan yasa teklifi, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına tamamen aykırı. Paket yasalaşırsa özellikle büyükşehir belediye başkanları adeta illerin tek başına yöneticisi haline gelecek. Belediye başkanları il içi atamalardan görevden almaya, vergi ve harç koymaya kadar birçok yetkiye kavuşacak.


Adım adım federalizm!YENİÇAĞ’ın manşetlerden dikkat çektiği süreç, adım adım gelişti. İşte kilometre taşları...
12 Haziran 2006: Eyaletleşmenin ilk harcı Diyarbakır’da atıldı, mahkeme inşaatına başlandı.
23 Kasım 2006: Kalkınma ajansları devreye girdi, Türkiye fiilen 12 bölgeye bölündü.
7 Eylül 2007: Bölgesel istinaf mahkemelerinin görev yapacağı 9 şehir ‘eyalet merkezi’ seçildi.
10 Aralık 2010: Adalet Bakanı Ergin, bir heyetle ABD’ye gidip federal sistemi inceledi.
11 Temmuz 2012: 13 yerde Bölgesel Ağır Ceza Mahkemesi kuruldu, yargı ayağı tamamlandı.
 
AB eyaletleşme için 
kesenin ağzını açtı!
Türkiye’nin bölünme sürecinin önemli bir aşaması olarak kabul edilen eyalet sistemi için bir adım daha atılıyor. Sürece tam destek veren AB ise para göndermeyi sürdürüyor.

Haber: Refika KarabacakAKP siyasi ve hukuk işleri başkanlığı bünyesinde oluşturulan 5 milletvekili tarafından hazırlanan Yerel Yönetimler Reform Paketi olarak bilinen ve Eyalet sistemini anımsatan paket Ekim ayında TBMM’ye gelecek. İl genel meclisinin ve ilçe belediyelerinin kaldırılmasını öngören ve Büyükşehir belediye başkanlarına geniş yetkiler tanıyacak yasanın ön hazırlıkları Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yapıldı. Belediye başkanlarının yetkilerini daha aktif bir biçimde kullanmaları üzerine 2010-2011 yılları boyunca Türkiye’de çalışma yapan UNDP’nin çalışmalarını ise Avrupa Birliği finanse etti. AB, bu çerçevede Türkiye’nin eyalet sistemine geçişinin alt yapı hazırlıkları için 4 milyon Euro harcadı. CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günay’dın da,  UNDP tarafından yapılan ve AB tarafından finanse edilen “Türkiye’de Yerel Yönetim Reformu Uygulamasının Devamına Destek Projesi LAR 2” nin, yakında gündeme gelecek olan yasanın ön hazırlığı olduğunu söyledi. Günaydın, “Yurt çapında bu projeyi LAR 2 olarak yürüttüler. Yerel Yönetimler yasa tasarısı daha hiç ortada yokken ne yapmak istediklerini biz bu toplantılardan anladık. LAR 2 bugün 29 ilin Büyükşehir yapılması ve tasarının yurt çapında örülmesi için yapıldı” dedi.

Merkezi yönetimin sonuİçişleri Bakanlığı, Türkiye Belediyeler Birliği ve Yerel Otoritelerin uygulayıcı olduğu projenin hedefi ise şu şekilde açıklanıyor: “Yerel yönetimlere ilişkin yeni politikaların ve yasaların etkin biçimde uygulanması için İçişleri Bakanlığının, yerel yönetim birliklerinin ve yerel yönetimlerin idari kapasitelerinin ve bu kurumlar arasındaki iş birliğinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesidir.” UNDP bu amaçlara uygun olarak yerel yönetim reformuna destek sağlamak üzere, projede öngörülen faaliyetlerin en yüksek standartlarda uygulanabilmesi amacıyla İçişleri Bakanlığına gerekli teknik desteği sağlayacak ekip oluşturdu. Proje detayında en çok dikkat çeken ise “Orta vadede, yerel yönetim ile karşılaştırıldığında merkezi yönetimin rolü büyük bir değişim geçirmek durumunda kalacak” ifadesi oldu. AKP’li milletvekilleri tarafından hazırlanan yasa teklifi Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına tamamen aykırı. Yerel Yönetimler Reform Paketi yasalaşırsa tüm Türkiye’de olduğu gibi doğu ve güneydoğu bölgelerinde de Büyükşehir Belediye Başkanları illerin tek başına yöneticisi olacak. Belediye başkanları il içi atamalar, görevden alınmalar, vergi ve harç koyma yetkisine sahip olacak. 

Hukuk sistemini de finanse ediyorTürkiye’yi birliğe almamak için her yolu deneyen AB, konu ülkenin bölünmesi anlamına gelen eyalet sisteminin önemli bir ayağını oluşturan istinaf mahkemeleri için para vermişti. İlki Diyarbakır’da inşa edilen İstinaf Mahkemeleri için kesenin ağzını açan Avrupa Birliği, proje kapsamında Türkiye’ye 22 milyon 500 bin euro destek sağladı. 2007 yılında inşasına başlanan Diyarbakır İstinaf Mahkemesi, 1,5 yıl gibi kısa sürede bitirildi.


“Federalizm”e giden yolun 
taşları parça parça döşendi
YENİÇAĞ, gelişmeleri sürekli olarak gündeme taşıyarak ülkede çılgın bir dönüşümün yaşandığına dikkat çekmeye devam ediyor. İşte AKP’nin yeni anayasa ile hayat bulacağı ve 2. cumhuriyetin önünü açacak o düzenlemeler:

12 Haziran 2006: AKP’nin ABD’ye verdiği eyaletleşme taahhüdünün ilk harcı Diyarbakır’da atıldı ve finansmanını AB’nin sağladığı Bölge İstinaf Mahkemesi’nin yapımına başlandı.
23 Kasım 2006: Avrupa Birliği’nin dayattığı federalizm, Kalkınma Ajanslarıyla devreye girdi. Avrupa’nın, Osmanlı’ya dayattığı federalizm, AKP tarafından “Kalkınma Ajansları” adı altında uygulamaya konuldu, Türkiye, bölgelere bölündü.
31 Mart 2007: Hükümet kurulurken ABD’ye vermiş olduğu memorandumdaki eyaletleşme sözünün önemli bir aşaması gerçekleştirildi. Memorandumda Erdoğan’a küreselleşmenin şehir devletleri demek olduğu kendisinin de bu yönde hareket etmesi halinde destekleneceği belirtiliyordu.
7 Eylül 2007: AKP, Amerika’nın dayatması, Avrupa’nın parasıyla bölge istinaf mahkemeleri için “9 eyalet” merkezini seçti. İstanbul, Ankara, İzmir, Kayseri, Konya, Samsun, Adana, Erzurum ve Diyarbakır’da kurulması planlanan istinaf mahkemeleri ABD’yi örnek alan merhum Cumhurbaşkanı TUrgut Özal’ın hayalini kurduğu, ancak gerçekleştirmeye fırsat bulamadağı “9 eyalet” merkeziyle birebir örtüşüyordu.
10 Aralık 2010: Adalet Bakanı Sadullah Ergin, müsteşar, genel müdürler ve daire başkanları ile birlikte ABD’ye gitti. ABD’li bir bakanlık yetkilisi, Türk yetkililerin Amerikan eyalet ve federal sistemini incelediklerini ima etti.
Ocak 2011: İçişleri Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı bünyesinde, Amerikan yönetim sistemini yerinde görmek ve uygulamaları incelemek amacıyla Türkiye’den 35 kaymakam ve vali yardımcısı Amerika’ya gitti.
11 Temmuz 2012:  Eyalet merkezi olarak da adlandırılan 15 bölge kuruldu, bu bölgelerin 11’inde 13 Bölgesel Ağır ceza Mahkemesi kurarak yargı ayağını da tamamladı.

23 Eylül 2012 Pazar

Babalık ve Kocalık Haklarından Men? / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Share
Babalık ve Kocalık Haklarından Men?

Uzun zamandır canım yazı yazmak istemiyor.

Yazılmadık bir şey kaldığına da inanmıyorum ayrıca. Dahası bir tiksinti geldi yazmaktan. Ülkede okurdan çok yazar var. Arz-talep dengesi tamamen bozuldu. Tabakhaneye gübre yetiştirir gibi işi günde beş-altı yazı yazmaya götürenlerimiz var. Kendini tatminden, şizofreniden başka bir şey değil.

"Tarihe tanıklık etmek", "gelecek kuşaklara bir şeyler aktarmak" gibi klişeler mide bulantısından öteye geçemezken, "gazetecilik" denilen meslek de bir ağız ve kalem ishaline dönüşmüş durumda..

Televizyonlarda gırtlaklarını paralarcasına bağıranları, "bugün ne yapsam da medyada kendimden bahsettirsem"diye düşünmekten uykusuz kalanları, kendi kendine tuhaf misyonlar edinip ortalıkta Rahibe Tereza gibi dolananları gördükçe her şeyi geride bırakıp dağ başına çekilmek; civciv, ördek yetiştirmek istiyor insanın canı.

Bu ruh hali içinde "Balyoz" konusunda bir şeyler karalamaya çalışacağım.

Eski tadı -tuzu verecek bir yazı olamayacak, bir kaç takipçimizden özür dilerim.

- Verilen cezalar arasında "babalık ve kocalık haklarından men" gibi bir ceza var, bunun üzerinde yeterince durulmadı.

Yargılamayı yapanların içindeki büyük kini yansıtan esas ceza buydu bence.

Hukuken tam olarak mantığı ve karşılığı nedir bilmiyorum ama sanırım bu yolla eş ve çocukların cezaevi ziyaretini engellemiş oldular. Yani aileler de cezalandırıldı. Siz misiniz duruşmalarda yakınlarına destek veren,marş söyleyen, çadır kuran, basın açıklaması yapan!

Bu nasıl bir kindir, nasıl insanlıktır, nasıl müslümanlık, nasıl bir vicdandır?

-Balyoz davasında hükmün açıklanması ile birlikte Ergenekon davasına daha da hız verileceği anlaşılıyor.

Bunun işaretleri bir süredir vardı zaten. Savunmalar engelleniyor, sanık sorguları yapılmıyor, söz hakkı dakikalarla sınırlanıyor vs.

Esasen, her ne kadar "Ergenekon"dan "ana dava" diye söz edilse de "ana dava" aslında Balyoz'du. Önce "darbebin varlığı" sözümona "kanıtlandı", şimdi sıra bu "darbe girişiminin" sivil ayağını oluşturanlarda. Yani "Ergenekon" sanıklarında.

Aslında önce Balyoz'u, sonra Ergenekon'u açmaları daha mantıklı olacaktı ama güç sınayarak gittikleri ve TSK üst düzeyinin bu kadar kolay teslim olacağını kestiremedikleri için işe "önemsiz" sivillerden başladılar.

- AKP'nin ve cemaatin özel yetkili mahkemelerinden farklı bir karar beklenmiyordu ama hiç değilse mahkemenin "bağımsız" olduğunu düşündürtmek, bu yoldaki eleştirileri boşa çıkarmak için bir parça gayret gösterebilirlerdi, onu da yapmadılar. Tutukluların tümüne ceza vermek örneğin..

Bazı tutuklu sanıkların beraatine karar verilse "uzun tutukluluk" konusundaki eleştiriler biraz etkisiz kılınmış olurdu mesela. Bu mahkemeden böyle bir davranış beklediğimden değil, kinin sadece hukukun değil aklın ve mantığında nasıl önüne geçtiğinden bahsediyorum.

Aynı şeklide, haklarında ceza hükmü verilen tutuksuz sanıkların tümü hakkında ayrı bir tutuklama kararı çıkartarak temyiz sürecini dışarıda geçirmelerine meydan vermemek de aynı kin psikolojisinden kaynaklanan bir aşırılıktı.

-Televizyonlarda yapılan yorumlar her zamanki gibi utanç vericiydi. 12 Eylül darbesinin şakşakçısı Nazlı Ilıcak kanal kanal dolaşıp "Türkiye'nin darbelerle yüzleştiğini" anlattı.

Normal şartlarda Ankara'da açılan 12 Eylül davasının sanıkları arasında olması gereken bu kadın, demokrasi ve "askeri vesayet" gibi konularda ahkâm kesti de kesti.

- Artık hiç bir şeye şaşırmamakla birlikte, Milliyet gazetesi Ankara Temsilcis Fikret Bila'nın CNN-Türk ekranlarında yaptığı değerlendirmeler bir miktar şaşırttı beni.

"Türkiye'de artık hiç kimse darbe yapmaya cesaret edemeyecek"

dedi Bila..

"Demokrasimiz için hayırlı olmasını" diledi, asker-sivil ilişkilerinin AB standartlarına ulaştığından dem vurdu. Balyoz ve Ergenekon davalarının emperyalist bir kurgu dolduğundan bahseden sanık yakınları ve avukatlarına da "bunlar siyasi değerlendirmeler" şeklinde burun kıvırdı. oysa en "siyasi" değerlendirmeyi kendisi yapmaktaydı.

Sen yıllarca "Ankara'nın Genelkurmay'a en yakın gazetecisi" payesinden ekmek ye, bilgi vererek maaşının yükselmesine sebep olan askerler sahte delillerle hapse tıkılınca da "demokrasinin galip geldiğinden bahset!

İşte medyanın içinde yuvarlandığı karakter çukurunun seviyesi!Yazıklar olsun..

Sanırım korkuyor. 28 Şubat soruştırmasının şapkadan daha ne tavşanlar çıkaracağı belli değil çünkü. Umarız, korkunun ecele faydası vardır...

- Ve geldik işin bam teline, yıllaradır yazıp çizdiğimiz yere: Bu insanlar onlarca yıl hapis yatacaklar mı?

Çoğunun 60-70 yaşında oldukları düşünülürse, ömürlerini Silivri zindanında mı tamamlayacaklar?

Tabii ki hayır...

"Müjdeli haber" AKP'nin ve cemaatin ulak oğlanı Rasim Ozan Kütahyalı'dan geldi.

Beyaz Tv'deki "Dinamit" adlı sirkte coşan Kütahyalı, "yeni anayasanın" tamamlanmasından sonra bir "genel affın çıkarılacağını" ve bugün ceza alan bu askerlerin genel afla serbest bırakılacaklarını "müjdeledi".

Haberin "sağlam yerden" olduğunu eklemeyi de ihmal etmedi.

Oğlan bir de "Komutanların yıllarca yatmalarına razı olmayıız!" diye bağırdı iyi mi?

Desenize yarın öbür gün bizler Türk askerlerinin terörist başı ile aynı çuvala konup "affedilemeyeceğini" savunurken bu oğlan, bu oğlanın karısı ve türevleri bizi "vicdansızlıkla", "yaşlı başlı insanların hapiste çürümesini istemekle" suçlayacaklar.

Dahası "bizim" cenahtan da destek alacaklarına kalıbımı basarım. "Öcalan solun doğal lideridir" manşetleri boşa atılmadı çünkü.



Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 23 Eylül 2012
Açık İstihbarat

8 Temmuz 2012 Pazar

Türkiye Asıl Ankara’dan Vuruldu Tayyip Bey!!

Share
Zahide Uçar yazdı: Türkiye Asıl Ankara’dan Vuruldu Tayyip Bey!!

- İlk Kurşun 06 Temmuz 2012
Özel Mahkemeler

Sözde özel mahkemeler kalkmış. Özde Recep Bey kendisi ve ekibini korumaya almış.
Başvekil işgal komutanı gibi 2000 koruma ile geziyor ama kendini güvende hissetmiyor. Özel istihbarat örgütü var, kendini güvende hissetmiyor. Yargı tekelinde, yetmiyor. Dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi ama olmuyor. Hatta bir depo yakıt ile ABD’ye Türkiye’den nokta inişi yapabileceği uçağı var ama yeterli bulmuyor.
Yaptıkları ortaya çıkmasın diye “devlet sırrı” maddeleri koyarak kendini korumaya alıyor.
Komik olan şu:
Kendisi 90 yıllık T.C. Devleti’nin bütün kurumlarını 10 yılda çökertti. Yarın bir başkası gelir. Senin o devlet sırrı dediğin sırları kaldırır. Seni de yargılar. Üstelik bu ülkeye yaptıklarından dolayı bütün uygulamalarını kaldırmak ve sorgulamak meşru olur.
Bir ülkeyi böyle sırtından hançerlerseniz, her gölgeyi düşman, her sesi patlayan mermi sanırsınız.
Her Bolu Beyi’nin bir Köroğlu korkusu vardır.
Bütün vatanseverleri Ergenekon çuvalına doldurmanız neye benziyor biliyor musun Recep Bey?
Firavun’un tahtını kaybetmek korkusuyla bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmesine…
Oysa Firavun’un tahtına talip olanların kaçınılmaz sonu “Musa”nın mutlaka ortaya çıkacak olmasıdır.
Ardahan’da Cezaevi, Askerlik Şubesi ve Adliyenin Kapatılması Ne Anlama Geliyor?
AKP yıkım projesini her alanda uygulamaya koyuyor.
Ermenistan sınırından devlet kurumlarını çekmek demek T.C. Devleti’ni oradan çekerek müdahaleye açık bir alan yaratmak demektir.
Güneydoğu’yu Kürdistan(gerçekte Büyük İsrail Devleti) için boşaltan AKP, Ermenistan sınırını kimin için boşaltıyor?
Türkiye’yi beşe bölme planı sinsi sinsi işletiliyor. Yani SEVR uygulamaya konuyor.
Sevr’in bazı maddelerini hatırlatalım:
1.Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a bırakılacak.
Günümüzde;
Trakyalı çiftçilerin tarlalarının büyük bir kısmının bir Yunan bankasınca ipotek edildiğini hatırlatırım. Hükümet uygulamaları ile bu durumun şartlarını oluşturmuştur. Avrupa yakası ve Trakya’ya kurban bayramında Anadolu’dan kurbanlık hayvan gitmesi yasaklanmıştı, hatırlayın.
2.Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek.
Bu madde uygulamaya konmuş durumda. AKP 10 yıldır bu maddenin uygulanır hale gelmesi için her şeyi yaptı. Fırat’ın doğusu devlet otoritesi açısından boşaltıldı.
3.Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920′de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.)
Trabzon üzerinde oynanan oyunları hatırlayın. Trabzon’dan Mersin’e bir çizgi çizilmek istendi. Sümela Manastırının Rumlar için ibadete açılışını hatırlayın. Rum-Pontus Devleti haritası olan tişörtler ile ayin yaptılar.
(1997) Trabzon’da düzenlenen bir sözde sempozyum için, aralarında Rahmi Koç, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un da bulunduğu bir grup, Venizelos Gemisiyle Trabzon’a çıkarma yapmak istemiş; sempozyum komitesinin dağıttığı haritalarda, Karadeniz ‘Pontus Gölü’, yerleşim yerlerinin isimleri de Rumca olarak yazılmıştı.
PKK’YI kullananların hedefinde sadece Büyük İsrail Devleti yok, Büyük Ermenistan Devleti projesi de var. PKK’nın üst yöneticilerinin Ermeni olması bu yüzdendir. Sınırımızdan Devlet kurumlarının çekilmesini bu projeye hazırlık çerçevesinde düşünebilirsiniz.
4.Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek.
Ege kıta sahanlığı meselesinde AKP Yunanistan lehine geri adım attı. İki adamız Yunanistan’a verildi. Kıbrıs’ın durumu malum…
5.Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri kuvveti, jandarma dahil 50.700 kişiyle sınırlı olacak ve ağır silahları bulunmayacaktı.[1][5] Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi’nde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek.
Gönüllü ve paralı kısmı AKP tarafından çözülüyor. Ordu küçülüyor. Donanma Özel Yetkili Mahkemeler kullanılarak tasfiye ediliyor. NATO’ya bağlı olmayan Jandarma üzerinde oyunlar oynanıyor.
6.Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak.
Erdoğan’ın Güneydoğu’da PKK ile savaşan güvenlik güçlerini “savaş suçlusu olarak yargılama sözü verdiği” iddia edildi.
7.Ticaret ve Özel Hukuk (269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek.
İş ve işçi hakları 3C ile halledildi. Yani küresel sermaye için köle işçiler yasası çıktı.
Türk Hukuku dünya eliti olan çetenin isteği doğrultusunda yeniden yazıldı. Yeni yazılacakmış gibi yapılarak muhalefet ve halkın da desteği alınarak kabul ettirilmesi planlanıyor.
Yani aziz okur;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ANKARA’DAN VURULUYOR.
NOT:
Erdoğan Hükümeti her alanda duvara dayandı. El parası ile sürdürdükleri saltanatın sonu geldi. 2008 yılında yazmıştım. Erdoğan Hükümeti ülkeyi sürüklediği bu çıkmazdan ülkeyi savaşa sokarak kurtulmak istiyor. Ülkeyi borç batağına sokmalarını küresel krizi bahane ederek yutturdular. Ülkeyi savaşa sokarak da bütün rezil uygulamalarını örtecek bir bahane yaratacaklar.
İşte bu yüzden sadece ABD adına değil, kendi mabadlarını kurtarmak için de bir savaşa ihtiyaç duyuyorlar.
Eski siyasiler duvara dayandığında Ordu darbe yapar, beceriksiz siyasilerin arkalarını kurtarırdı. Şimdi Ordu da darbe yapmıyor. Geriye kalan tek seçenek ülkeyi savaşa sokarak arkayı kurtarmak.
Bu durumu açık etmemek için de BM ve NATO’yu kendilerini kurtarma operasyonuna ortak etmeye çalışıyorlar.
Cin olmadan cin çarpacaklar ya…
ACINACAK HALDELER…
Nil nehrinde iki diz üstü kapaklanarak dehşet içinde boğulan Firavun acaba nereden geldi aklıma?
İLK KURŞUN

4 Haziran 2012 Pazartesi

Ulemaya soralım deniyordu. Hayaldi, gerçek oldu.

Share
 
2 Haziran 2012
 Yılmaz ÖZDİL  yozdil@hurriyet.com.tr 

Vaaziyet

Medya fırını, 11 ay kimsenin arayıp sormadığı ilahiyatçıları “pide” gibi sadece ramazanda ekrana çıkarırdı. Şimdi, maaşallah 365 gün açık oturumdalar, spikerlerden fazla çıkıyorlar.

*

Mesela, sezaryen tartışılıyor.
Bi televizyonda...
Doçent ilahiyatçı.
Bi televizyonda...
Profesör ilahiyatçı.

*

Üşenmedim saat tuttum.
Jinekoloji hekimini 5 dakka konuşturup, lafı ağzına tıkadılar, müftü'yü 25 dakka... Nereyi zaplarsan zapla, karşına tıp otoritesi imam çıkıyor, tabip odaları'na mikrofon bile uzatılmıyor.

*

Kendi payıma, balon'un nasıl uçtuğunu henüz kavrayabilmiş değilim, boeing uçuran teknisyenlerin iş bırakma eylemini ilahiyatçılarla masaya yatırdılar; dinimizde grev var mı filan.

*

Hatırlarsınız, 1 Mayıs'ta antikapitalist çarşaflılar, inşallah sosyalizm gelecek pankartıyla yürüdü, DİSK'e soracaklarına, Diyanet'ten görüş aldılar. Ki, memur sendikacısı zaten badem.

*

Mütedeyyin topçumuz, cinci hoca'dan şike fetvası istedi, baro'ya kamera göndereceklerine, ilahiyat fakültesi'nden canlı yayın yaptılar. Cüppeli Ahmet sevabına derbi duası okuyup, basına üflemese, Aziz Yıldırım haber bile yapılmıyor.

*

Geçenlerde, bedelli askerlik mevzuu pek revaçtaydı, helal olup olmadığını ilahiyatçı'ya danıştılar. Hiç bi şeyi kadına sormazlar, askerliği sordukları ilahiyat profesörü kadın'dı iyi mi!

*

Peki, botoks caiz mi?
Erkek ilahiyatçı'ya soruyorlar.

*

Yoga haram mı...
Reiki günah mı...
Feng Shui'ye el attı Diyanet.
Pilates'e şimdilik dokunmadı.

*

GDO'lu ürünler.
Suni tatlandırıcı.
Karatay diyeti.
Lütfen açın interneti bakın, Starbucks'ın kahvelerini bile ilahiyatçılarla tartışıyorlar.

*

Velhasılıkelam...
Ulemaya soralım deniyordu.
Hayaldi, gerçek oldu.

*

AKP’nin Tesettüre Girme Hikayeleri

Share
AKP’nin tesettüre girme hikayeleri

Deniliyor ki: Örtülü eşleri AKP’lilere "türban yasasını hemen çıkarın" diye evde baskı yaptı! Peki, AKP’lilere baskı yapan örtülü eşler, ne zaman, nasıl örtündü? Aile, mahalle, koca baskısı gördüler mi? Mesleklerini bırakıp "ev kadını" olmaya mecbur mu edildiler? Hepsi aynı sosyal sınıftan mı geliyor?

İşte onların, isim isim örtünme hikáyeleri...

EMİNE ERDOĞAN

Emine Gülbaran 15 yaşında intihar etmeyi düşündü. Yıl 1970’ti. Mithatpaşa Akşam Sanat Okulu’nun öğrencisiydi.

Romantik bir kişiliği vardı. Cep romanları okuyor. Artistlerin kartpostallarını biriktiriyordu. Emel Sayın ve Ajda Pekkan’ı beğeniyordu. Bir de sinemaya gitmeyi.

Ziya amcalarının eski Amerikan otomobilinde ilk kez direksiyona geçti; otomobil kullanmak istiyordu. Giyinmeyi çok seviyordu. Dikiş dergisi Burda’nın patronlarından kalıp çıkarıp, kendine elbise dikiyordu. İlk diktiği giysi ise çift taraflı bir pelerin oldu. Bir tarafı uçuk bir eflatun, diğer tarafı uçuk griydi.

Ağabeyi Hüseyin Gülbaran kendisinden bir yaş büyüktü. Kız kardeşi Emine’ye artık örtünmesi gerektiğini söyledi. Emine Erdoğan, yıllar sonra "Nasıl Örtündüler?" kitabının yazarı Gülay Atasoy’a o günü anlattı:

"Ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Nasıl olur da örtünürdüm! Çevremde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsam neyse... Orada dikkati çekmezdim. Ama burada (İstanbul’da) olamazdı. Bu karışık duygular içindeyken, bir vesileyle Şule Yüksel Şenler’le tanıştım. Bu tanışma beni çok etkiledi. Böylelikle bir Müslüman hanımın hem modern, hem kültürlü, hem de örtülü olabileceğini gördüm."

Emine Gülbaran 15 yaşında örtündü.

Okuldan ayrıldı.

HAYRÜNNİSA GÜL

Abdullah Gül’ün annesi Adviye Hanım, gelini olmasını istediği Hayrünnisa’yı Kayseri’de bir akraba düğününde gördü.

Hayrünnisa 14 yaşındaydı. İstanbul’da Çemberlitaş Ortaokulu’nu yeni bitirmişti. Takdirname almıştı. Liseye başlayacaktı.

Abdullah Gül 29 yaşındaydı. Sakarya Üniversitesi’nde asistandı. Gül Ailesi, Özyurt Ailesi’ne görücüye gidip Hayrünnisa’yı istedi.

Aileler anlaştı. Ama ortada sorun vardı. Medeni Kanun, 14 yaşında bir kızın evlenmesine izin vermiyordu. Hayrünnisa’nın 15’ini doldurması beklenecekti.

18 Ağustos 1980.

O gün Hayrünnisa’nın yaş günüydü.

O gün yasal engel kalktı.

O gün 30 yaşındaki Abdullah Gül ile 15 yaşındaki Hayrünnisa Özyurt evlendi.

Ve o güne kadar başı açık olan Hayrünnisa, işte o gün, evlendiği gün tesettüre girdi.

Okuldan ayrıldı. Artık ev kadınıydı.

ZEYNEP BABACAN

Hacettepe Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencisiydi.

İleride eşi olacak Ali Babacan’ın üç kız kardeşi Betül, Tuğba ve Merve ile yakın arkadaştı.

Ali Babacan öğrenimini tamamlayıp ABD’den döndü.

Babası Hilmi Babacan, oğlu Ali’nin evliliğini şöyle anlattı:

"Amerika’dan dönünce Ali’nin kız kardeşleri, kendi arkadaşlarının arasından birini belirledi ve ’Ağabeyciğim, şu kız (Zeynep Yurter) senin için uygundur’ dediler. Biz de Allah’ın emriyle istedik. İstediğimiz gün de kabul edildi. Kız kardeşleri, Ali’nin kendi karakterini ve nasıl birini istediğini bildikleri için mevcutların içinde sana bu uygun dediler. Biz de görücü usulüyle gittik, baktık ve beğendik."

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacağı söylenen genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın evliliği görücü usulüyle böyle gerçekleşti.

Evlenmesiyle birlikte Zeynep Yurter örtündü.

Ev hanımı oldu.

Uzatmayayım...

Hayati Yazıcı’nın eşi Selma; Hüseyin Çelik’in eşi Şahsenem; Mehdi Eker’in eşi Yasemin; Faruk Çelik’in eşi Beyhan...

Liste uzayıp gidiyor.

AKP çevresi diyor ki; kızlarımız-kadınlarımız tesettüre girmeye kendileri karar veriyor!

Ne yazık ki türbanı "özgürlük sorunu" olarak gören entellerimiz de öyle düşünüyor.

Ama hayat öyle demiyor işte.

AHSEN UNAKITAN

Edirneliydi ailesi; merkeze bağlı Musabeyliği Köyü’nden. Orta halli Eral Ailesi’nin kızıydı. Mandolin ve piyano çalmayı küçük yaşta öğrendi. Tenis oynamayı seviyordu.

Öğrenim hayatında hep başarılıydı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Avukatlık yapmaya başladı. Solcuydu. 1971 yılında Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak çalışan Kemal Unakıtan ile evlendi. Edirne’den çocukluk arkadaşıydılar. Bir gün...

Yolda gördüğü bir işportacıdan eşarp aldı.

Örtündü.

Avukatlığı bıraktı. Ev hanımı oldu.

Eşi bakan olunca, örtünme modelini değiştirdi; türbanı kulaklarının arkasından bağlayarak kendi tarzını yarattı.

Türban, Eral Ailesi’ni böldü.

Bugün Eral Ailesi’nin çoğu hálá solcu.

MÜNEVVER ARINÇ

Yıl 1978.

Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Giyim Bölümü’nden, 5 üzerinden 4.5’la mezun oldu. Okulun en başarılı öğrencisiydi.

Münevver Tay, üniversite yıllarında modern giyimiyle dikkat çeken biriydi. Bir de yardımseverliğiyle tanınıyordu. Kırşehir Kaman’da öğretmenlik yapmaya başladı.

Manisa MSP İl Başkanı Avukat Bülent Arınç, hemşerisi Münevver Öğretmen’i partisinin önde gelen isimlerinden İsmail Tay’dan istedi. Münevver Tay öğretmenliği seviyordu. Evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu.

Ancak...

Babasının ısrarına fazla karşı koyamadı. Ve evlendi. Damat Bülent Arınç 31, gelin Münevver Tay ise 22 yaşındaydı. Öğretmen Münevver Tay evlenince ev hanımı oldu; tesettüre girdi.

Öğretmenliği bıraktı. Çok sevdiği öğretmenliği ancak bir yıl yapabilmişti.

SEMİHA YILDIRIM

O da öğretmendi.

Eşi; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Erzincan Refahiye İlçesi Kayı Köyü’nden akrabasıydı.

Görücü usulüyle evlendiler.

Evlenince o da öğretmenliği bıraktı.

Örtündü.

Ev hanımı oldu.

GÜLTEN ÇİÇEK

Ailesi Yozgatlıydı. Yozgat ile Yerköy arasındaki Saray İlçesi’nde öğretmenlik yapıyordu. Cemil Çiçek ise Yozgat’ta avukattı. Görücü usulüyle evlendiler.

Gülten Hanım’ın öğretmenliği sadece beş yıl sürdü. Örtündü. Ev hanımı oldu.

FATMA Ş. AKDAĞ

Fatma Şeyda, Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi.

Babası subaydı.

Başı açıktı.

Nesrin Akdağ, müstakbel gelinini Erzurum’da bir toplantıda görüp beğendi.

Oğlu Recep Akdağ, Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş; üniversitede kariyer yapmıştı. Bekárdı.

Akdağ Ailesi, Ordu’ya gidip Fatma Şeyda Hanım’ı ailesinden istedi.

Evlendiler.

Fatma Akdağ, okulu yarım bıraktı.

Tesettüre girdi.

Ev hanımı oldu.

MEHTAP GÜLER

CHP Muğla Milletvekili Hasan Fehmi İlter’in kızıydı. Annesi Sevilay İlter ressamdı. DSP’li, eski Dışişleri Bakanı Sina Şükrü Gürel ile kuzendiler.

Hilmi Güler, ODTÜ’den Metalürji Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans, doktora yaptı. TAŞ-TUSAŞ, MKEK, ETİBANK, İGDAŞ kurumlarında üst düzey görevler aldı. 33 yaşındaydı. Mehtap İlter ile tanıştı. Flört ederek, 1981 yılında evlendiler.

Babası Hasan Fehmi İlter bu mutlu olaya şahit olamadı; çünkü üç yıl önce vefat etmişti. Mehtap Güler evlenince örtündü. Çalışmayı bıraktı, ev hanımı oldu.

SANİYE ŞAHİN

Mehmet Ali Şahin ile Saniye Şahin teyze çocuklarıydı.

Mehmet Ali Şahin, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden okul arkadaşıydı.

Memleketi, Karabük’ün Ovacık İlçesi’ne bağlı Ekincik Köyü’nde 1.5 yıl imamlık yaptı.

Teyzesinin kızı Saniye ile evlendi.

Bu akraba evliliğinden midir bilinmez; oğulları Fatih Şahin zihinsel engelli doğdu.

Mehmet Ali Şahin sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirme başarısını gösterdi.

Sonra siyasetin merdivenlerini hızla tırmandı.

En büyük destekçisi ise eşi; ev hanımı Saniye Şahin’di.

/_newsimages/4953910.jpgPolitikacıların üniversite bitiren kızları neden çalışmıyor

BÜYÜK olasılıkla, üniversitelerde türban serbest olacak. Herkes merakla bekliyor, sonra ne olacak?

Deniliyor ki, "mahalle baskısı" gibi üniversitelerde "türban baskısı" olacak; özellikle Anadolu’daki üniversitelerde başı açık kız öğrencilere örtünme baskısı gelecek.

Bu olabilir mi? Evet olur. Bitmedi. Meselenin bir başka yönü daha var:

Türbanlı kızlarımız üniversitelere girince ne olacak? Söyleyeyim:

Çok iyi okuyacak, çok başarılı olacak ve okullarını hep dereceyle bitirecekler. Peki, sonra ne olacak?

Ne olacak biliyor musunuz; evlenip, ev hanımı olacaklar!

Bunu da nereden çıkardınız demeyin. Gelin Türkiye’yi yöneten birkaç politikacının kızlarına bakalım:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kızı Kübra, Bilkent Üniversitesi’ni bitirir bitirmez evlendirildi. Çalışıyor mu, hayır!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra, ABD’de Indiana Üniversitesi’nde okudu. Çalışıyor mu? Hayır. Başbakan’ın diğer kızı Sümeyye çalışıyor mu; hayır!

Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın kızları; Elif Bilkent Üniversitesini bitirdi, Zeynep ise ODTÜ’yü. Üstelik "başları açık okudular" diye parti içinde muhalif sesler çıkmıştı. Peki, bugün çalışıyorlar mı; hayır! Evlendiler, çocuk yaptılar. Yani ev hanımı oldular.

Enerji Bakanı Hilmi Güler’in kızı Ayşe Şeyma da Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü bitirir bitirmez, eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin oğlu İsmail ile evlendirildi.

Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Bilkent Üniversitesi’ni bitiren kızı İclal’i hemen evlendirdi.

Ulaştırma Bakanı Binalı Yıldırım’ın kızı Büşrah...

Listeyi uzatmaya gerek var mı?

Çok merak ediyorsanız; daha yaşları küçük olan Büşra Şahin, Zişan Güler, Büşra Çelik’i medyadan takip ediniz. Onlar da ablaları gibi üniversiteyi çok iyi dereceyle bitirecekler ve sonra hemen evlendirilecekler.

Niye?

Bu gencecik kızlarımız üniversiteyi bitirir bitirmez, çalışmalarına fırsat verilmeden neden hemen evlendiriliyor?

Şimdi derler ki, "Sana ne, bu da bir özgürlük sorunu".

Öyle ya...

Aslında tüm bunlar; özgürlüğün tesettüre sokulması değil mi?

SONER YALÇIN- SİZ KİMİ KANDIRIYORSUNUZ? DOĞAN YAYINLARI

1 Ocak 2012 Pazar

2011 Yılı Özeti

Share 31.Aralık.2011

 
AZİM VE KARARLILIK DOLU BİR YIL DİLERİM!
 
Geçen yıla ‘Arap baharı’ ile girmiştik… Aralık 2010 da NATO siber savaş narası attı… Wiki sızıntılar etrafı sardı… Mısır’da din savaşları başladı..Aniden küçük bir Kuzey Afrika ülkesi Tunus,  facebook ve twitter’la karıştırıldı.. Kuzey  Afrika’da 2001’den beri beklenen operasyon başladı…Küresel ŞİRKETLER Libya’da paylaşım için düğmeye bastı… Sırtlan payı için  birbirlerini de boğazlayacaklardı…
 
Bazı safdiller tüm olanları HALK HAREKETİ olarak yaftaladı… Öyle ya  Tahrir’de HALK vardı…
 
Ama o halk küresel çetelerin operasyonunda FİGÜRANDI… İç dinamikle sokakları kaplamamışlardı.. Nitekim şimdi Mübarek sonrası Mısır’da,  Pentagon uşağı generallerce kurşuna diziliyorlar!
 
Küresel çetelerin ‘yumuşak güç’ aktörleri, Assange, Esma Mahfuz,  Ahmed Maher, Vail Gonim   gibi tetikçiler  ‘iyi iş’  çıkardıkları için ödülendirildiklerinde de  safdillerin pek sesi çıkmadı.
 
 
  Aralık 2010 itibariyle defalarca,    küresel sermayenin tıpkı 2. dünya savaşı sürecinde olduğu gibi  birbirleriyle dalaştıklarını ,  ve  ‘Fas’dan Pakistan’a,  Çin’e kadar’  olan coğrafyada, orta nokta Türkiye olmak üzere kanlı bir oyuna başladıklarını yazdık. Sert eleştiriler aldık!
 
 2011 Kan Yılıydı! Kaçın demokrasi Geliyor adlı kitapta anlattık. .. Gerek Orta Asya’nın ortasında  Afganistan ve Pakistan’da,  gerekse Kuzey Afrika’da  kanlı bir  senaryo uygulandı..
 
 
Küresel elitin bir kanadı ‘demokrasi darbeleri’ ile  operasyon yaparak MİLLİ DEVLETLERİN zenginliklerine el koyma yolunu denedi, diğer kanat, Libya’da olduğu gibi  özel ordular ve bombalarla ‘demokrasi’ getirdi!
 
Tam sıra Suriye ve İran’a gelmişti ki, Rusya savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e dizdi. İran ve Suriye füzelerini,  ABD’ye ‘bekçi ve kalkan’ olmakla kalmayıp, tetikçileri barındıran, teröristlere dayanak sağlayan   Türkiye’ye çevirdi. Çin,   Rusya ile omuz omuza savaş tatbikatları yaptı.. Dünya 2. SOĞUK SAVAŞIN ortasındaydı ve Türkiye bir kez daha 2 dünya arasında kalmıştı!  
 
Birileri ellerini oğuşturarak, ‘Suriye düştü düşüyor!’ derken, beklenmedik oldu! Birkaç ayda düşeceği ‘müjdelenen’ Suriye etrafına bir zırh ördü, ve içerde direniş kaleleri kuruldu..
 
Küresel çetelerin ABD kanadı, STRATFOR, RAND CORP gibi kuruluşların sitelerinde endişelerini dile getirdiler…
 
‘Suriye muhalefetini yeterince güçlendiremedik!  Lojistik destek (silah) özel ordular için gri bölge oluşturamadık! Türkiye ve Avrupa’yı işin içine tam olarak katamadık!’ gibi açıklamalar yaptılar…  İşler planlandığı gibi yürümüyordu,  işgal altındaki Irak’da Maliki Suriye ve İran’a göz kırpıyordu… Rusya ve Çin  açık destek veriyordu..
 
 
Tüm bunlar olurken dolar Avrasyadan dışlanıyor.. kasım 2011’de Avrasya Birliği kurulduğu açıklanıyor, Türkiye de davet ediliyordu... 
 
Avrupa Birliği mi?  O  paramparçaydı…
 
2010 2011 arasında  en dikkat çeken gelişmelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin ardı ardına  KÜRESEL ÇETE ÖDÜLLERİNE boğulmasıydı..
Millete ait tüm zenginlikler bir bir yabancı şirketlerin eline geçerken , yöneticiler,  İngiltere kraliçesinden, Wilson Vakfına, Chatham house’dan   Fransız ordusuna kadar tüm dünya derin yapılarından gelen  ödüllere madalyalara  garkoldu. …    ‘Dizbağı nişanları’  üstün hizmet ödülleri ile onurlandırıldılar!… Aynı  çetelere çalışan  silah, medya, uyuşturucu  baronları Memed’i vurdular!  Siyasiler  Memed’i vuran vurduranlarla masaya oturdular! 
Bunları gün yüzüne çıkaranların sesleri, bastırıldı, vuruldular, kırıldılar, susturuldular, Silivri’ye tıkıldılar…  Ağzını açmaya cüret edenler ağır tehdit altında nefes almaya uğraştılar…uğraşıyorlar! Ve UĞRAŞACAKLAR!
 
Atlantik ötesi emretti… Aralık ayında  ara kapatıldı.. AKP’li bakanlar "Kürtlerin ne kadar hakkı varsa hepsini vereceğiz!"  diye ekranlara çıktılar…

Terör örgütü mensupları ve Batının has çocukları,  gerine gerine  ve sırtları    İkiz yasalara ve yedi düvele dayalı,  Derdimiz Kürt özerk bölgesi, otonomi falan değil, bağımsız devlet olacağız!’ açıklamasını yaptılar!
 
Küresel  medya ‘Kürt baharı!’ yazıları yazdı,  ertesi gün PKK/BDP  Diyarbakır’daki ‘Tahrir meydanını’ hatırlattı…
 
Amerikan istihbaratının  Türkiye uzmanları  uzun zamandır ‘ yeni bir anayasa ve federasyon’ çığlıkları   atmaktaydı!  CIA’den Paul Henze,  Türkiye’yi federasyon kalıbına sokmak için   mali ve siyasi bunalımın biraz daha derinleşmesi gereğini anlatmıştı!
 
Yabancilar emrinde çalışan profesörler:  Türk milletinin ‘bölünür’ olması gerektiğini taslaklaştırdılar…Bölünmenin önünde hiçbir anayasal engel kalmamalı’,.‘‘Türk Yurttaşlığı Kavramı kalkmalı!’.dediler.. Sözüm ona ‘muhalefet’  TSK, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollama görevinden istifa etsin!’  diye ortaya çıktı..
 
2011 sonunda Atlantik ötesinin emirleri net ve açıktı.. Biden,  Panetta ve onlarca uzman Türkiye’yi bu nedenle komşu kapısı yaptı…
 
Suriye’ye aktif müdahale ve İran’a ambargo derhal planlanmalı, Ermenistan kapısı açılmalı, Kıbrıs’ta  istenen adımlar atılmalıydı.
 
2010’da Cumhurbaşkanı Gül’e Chatham House ödülü verildiğinde yapılan açıklama yukarda saydığımız listeyle birebir aynı.
Ödülün gerekçesi şöyle açıklanmıştı::
 
‘Irak’ta farklı mezhepler arasında arabuluculukta üstlendiği rol,
Afganistan Pakistan liderlerini bir araya getirmesi ve
Türkiye’nin Ortadoğu ile olan bölgesel işbirliğine yaptığı katkıları,
Bölünmüş Kıbrıs’ın bir bütün haline gelmesi konusunda attığı adımlar,
Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için oynadığı rol…’ 
nedeniyle Türkiye cumhuriyeti Cumhurbaşkanı küresel çetenin en üst organının ödülüne layıktı!
 
Türk MİLLETİ  içerde YENİ ANAYASA ve FEDERASYON kıskacı ile karşı karşıya kalacaktı..
ABD istihbaratının kılavuzluğunda  Türkiye, bölünmeye zemin hazırlayan adımlar atacaktı..
 
Duruma isyan edenler için ‘iletişim teknolojileri’ kullanılacak, eğitimli kesim, tvden   twittera kadar çeşitli araçlarla  yönlendirilecek, gerisini  muhalif gruplar, liderler, ABD patentli öğrenci grupları , STK’lar halledecekti. ‘Demokratikleşme’ ana slogan olacaktı.
 
Bu plan Suriye’de Venezuela’da İran’da, Kazakistan’da başarılı olamadı…
Türkiye bu saydığımız ülkeler içinde en fazla benzer deneyimlerle sarsılmış bir ülke..
 
O nedenle 2012 kan ve ekonomik operasyonların en fazla olacağı yıl olsa da ,
her  çökertme planı ÇİFT TARAFLI işler!
Ve kusura bakmasınlar ama TARİH kaosun sürekli olamayacağını ve çıkaranların aynı bataklıkta boğulacağını  müjdeler!
 
AZİM ve KARARLILIK DOLU BİR YIL DİLİYORUM!
 
Banu Avar