9 Kasım 2010 Salı

Sevgili Atam, özür diliyorum!

Share .
.
.
..


Bu 10 Kasım'da Yazgülü Aldoğan'nın 10.11.2007 tarihli yazısının bir kısmını yayınlamayı uygun gördük.. Zira şimdiki duygularımıza tercüman olmuş o yazıda.



Sevgili Atam, özür diliyorum!

... Buralarda işler tatsız be Atam! Yani inanılır gibi değil ama ciddi ciddi bir 10 yıl sonra buraya hala yaşamak istediğim canım memleketim gözüyle bakabilir miyim, bilemiyorum. Çekip gitsen, nereye gideceksin, kalsan nasıl kalacaksın, yabancı gibi olduk kendi ülkemizde! Daha fenası... Biz çaktırmadan savaşıyoruz biliyor musun?

.....

Güneydoğu'da dağlar taşlar asker doldu, yine de bölücü bir terör örgütü, karakol basıp insan öldürüyor, yollara mayın döşüyor, artık kimse bastığı yere toprak diyemiyor! Biz savaşa yabancı değiliz, savaşırız da Atam, daha kötüsü ne biliyor musun? Bu bölücü terör örgütünün destekçileri var ya... Onlar TBMM çatısı altında oturuyor, milletvekili seçildiler! Hatta biz önce "iyi oldu, silahlı mücadeleyi bırakır, ne dertleri varsa burada söylerler" diye düşünmüştük ama onların derdi çift koldan çalışmakmış! Geçenlerde bu örgüt askerlerimizi kaçırmıştı da, bunlar gidip teslim aldı, tamamen insani nedenlerle(imiş!), teslim töreninde örgütün temsilcileriyle ballı güllü, öpüş kokuş, bir slogan atmadıkları kaldı! Zaten meclise girdi diye pek sevindiğimiz kadınlardan birinin kocası da dağlarda TC'ye karşı savaşırmış Atam, bak sen şu işe!

Savaşmak ve şehit vermekten çok rehin vermek koydu bize Atam... Askerlerimizi alıp götürdüler, poz poz fotolarını yayınlayıp, kullanıp gönderdiler. Gerçi daha önce de İranlılar İngiliz askerlerini yakalayıp bir süre tuttuktan sonra geri göndermişti ama koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin askeri dağdaki terörist tarafından propaganda amaçlı kullanılınca ağır geliyor. Kimbilir o çocuklara nasıl ağır geliyordur o da başka, vatan haini damgası yediler şimdiden... Bari Ordu sahip çıksa "personeli"ne!

Savaşmak ve şehit vermek ve hatta rehin vermekten daha tehlikelisi ne biliyor musun Atam! Biz birbirimize düştük! Kurtuluş Savaşı'nda omuz omuza savaşmış bu millet, Türk, Kürt, Laz diye bölünmemişken, şimdi hassaslaşan sinirlerle ayrışmaya başladı. Etnik kimlikler sorgulanmaya, Türk, Kürt birbirine tuhaf bakmaya başladı. Bu kabaran milliyetçilik rüzgarının ardında Kürtlerin de terör örgütünü ve hatta terörü yeterince dışlamaması yatmıyor değil. Ve hatta bir şey söyleyeyim mi, "aydın" takımının her zamanki gibi yanlış tarafta durmaları da başlıca nedenlerinden biri! 12 askerimiz öldürülmüş, bir ay içinde kayıplarımız 40 -50'ye çıkmış, bunlar hala öldürülen teröristlere de acıyalım, onlar da kardeşimiz diyor, ağızlarının kenarıyla bile terörü lanetleyemiyor! Dünyanın neresinde saldırgana ağlanırmış, dünyanın neresinde üzerine silah doğrultulmuşken "kusura bakma, ben barış yanlısıyım, karşılık veremem" denirmiş, dünyanın neresinde topraklarımızda düşman cirit atar, vurur kaçarken kovalamak için başka devletlerden izin alınırmış, burada gördük Paşam! Ah... Evet... Senin gibi komutanlar, senin gibi devlet başkanları görmeyeli çok oldu, her yıl seni bir öncekinden daha çok özlememiz, yokluğunu hissetmemiz de bundan Atam! Yoksa biz vefasız milletiz, keyfimiz gıcır, rahatımız beyde olmasa, aklımıza mı gelirdin, bak canımız ne kadar sıkılıyor ki bu yıl da Cumhuriyet Bayramı'nda Anıtkabir doldu taştı, rekor kırıldı Atam...

Cumhuriyeti emanet ettiğin gençliğe ne olduğunu soruyorsan... Bir kısmı Kuzey Irak'ta, bir kısmı Saraybosna, Kosova'da, bir kısmı Avusturya'da eğitim görüyor, ille başları bağlı gideceklermiş de okula! Senin yanında durmaları için arkalarından itip öne çıkardığın, pilot, doktor, öğretmen yaptığın Türk kadınının yarısından çoğunun en büyük derdi artık başını türbana sokmak Atam! Çarşaflı annelerinin yanında 7-8 yaşındaki küçük kızların bile başı bağlı dolaşıyorlar ve beni en çok yine o malum aydın takımının "size ne kardeşim?, niye rahatsız oluyorsunuz?" sorusu delirtiyor! Biliyorsun değil mi Atam, Çankaya Köşkü'nün Hanımefendisinin de başı bağlı artık, askerler elini sıkmıyor... Milletin canı sıkkın Atam..

....

İşte böyle Atam, mahçubum sana karşı, yüzüm yok.”

Yazgülü Aldoğan

10.11.2007

www.yazgulua.com

-


Bu yıl daha da mahçubuz sana karşı. Her yıl mahçubiyetimiz artıyor Atam! Teröristlere göz yumuluyor, törenlerle karşılanıyorlar! Katillerin başı, bebek katilinin rahatı için uğraşıyor başımızdakiler Atam!

İstiklal marşımız, andımız rahatsız etti başımızdakileri, “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmek istemiyorlar artık çocuklarımıza Atam!

Milletin kanına din diyerek giriyor yine haram yiyenler Atam!

Her yeri kanla sulanmış vatanı karış karış satıyorlar da Cumhuriyeti emanet ettiğin hiç kimse karşı çıkmıyor Atam!

Mahçubum sana karşı!

Mahçubuz sana karşı, yüzümüz yok artık..



İstiklal Marşımızı en son nezaman üstünkörü değil, gerçekten anlayarak okumuşsunuzdur bilinmez. Herzamankinden anlamlı gelecektir, eminim.

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.


Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

2 Kasım 2010 Salı

Banu Avar'dan..

Share

Genç Kardeşlerime Özel

Banu AVAR‘Durum’

NUTUK’ta Mustafa Kemâl Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu noktaların altını çizer:

  • ‘I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş zedelenmiş şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış bir devlet.’
  • ‘Millet yorgun ve çok fakir.’
  • ‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak…’
  • ‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...’
  • ‘İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa Maraş Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş.

    Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor.

    Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette…

    İtilâf Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor…’
  • ‘Memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar….’
  • ‘İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul.

    ‘Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.’


‘Çare..’

Mustafa Kemâl Paşa devam ediyor…

  • ‘Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında her yerde her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşları doğurdu…’


Bu örgütler, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli derneği, Erzurum'da ve Elâzığ'da genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ‘Trabzon'da Muhafaza-i Hukuk derneği İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti .

İzmir’de, ‘bazı genç vatanseverler’ bir araya gelmişlerdi.

Mustafa Kemâl Paşa, milli örgütleri gruplara ayırmıştı: Bunların çoğu İngiltere ve Fransa’dan MEDET umuyorlardı…

‘Hıyanet çeteleri…’

Hıyanet çetelerine gelince,

Diyarbakır Bitlis Elâzığ illerinde İstanbul'dan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında İstanbul'dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti, İstanbul'da üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halîfesi Vahdettin Damat Ferit Paşa Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait Molla’nın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti, ve Amerikan mandacılarından oluşan gruplar…

Mustafa Kemal Paşa özellikle sonuncusunu şöyle açıklıyor:

  • ‘... Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak millî şuuru felce uğratmak yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi…’


‘Ordunun durumu…’

Yine Mustafa Kemâl Paşa anlatıyor:

  • ‘Ateşkes anlaşması ilân edilir edilmez birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş silâh ve cephanesi elinden alınmış savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar haline getirilmiştir…’

Devam ediyor:

  • ‘Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta...’

Ordu ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

‘Milletin durumu…’

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu Padişah ve Halife'nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık.

Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz vatansız hain ve istenmeyen kişi olur...

Mustafa Kemâl Atatürk, burada çok önemli bir başka tespit yapıyor. Yapılan psikolojik operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı gelinemeyeceği, biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin egemen hale getirildiğinin altını çiziyor.

  • ‘Osmanlı Devleti'nin yanında koskoca Almanya Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

    Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu…’

diyor.

Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, ‘Batılı devletlere bağımlı, Padişah ve Halife'ye sadık’ kalarak bu çareleri arıyor…

‘Benim kararım…’

Mustafa Kemâl Paşa verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklıyor…

  • ‘Efendiler ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi… Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!...

    Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir…

    Halbuki Türk'ün haysiyeti gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

    Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

    O halde ya istiklal ya ölüm!’


‘Peki nasıl….’

Mustafa Kemâl Paşa, NUTUK’ta bu ‘nasıl’ı anlatmıştır.

  • ‘…Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu…’

demiştir.

Zamanı gelmeden adımlar atmamış, büyük bir dikkatle hareket etmiştir… Halkın psikolojik durumunu değerlendirmiş ve uygun adımlar atmıştır. Şöyle diyor:

  • ‘Vaktinden önce atılan adımlar, ‘dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar arasında geleneklerine düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete geçirebílirdi.

    Başarı için pratik ve güvenilir yol her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm…’


Yürüdüğü yol ‘Ya İstiklal ya Ölüm!’ yoluydu. Ve bu yol, tüm unsurların içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak çizilmişti. Böylece tarihe, en kısa sürede başarıya ulaşmış bir ‘Kurtuluş’ dersi olarak geçti!

Cumhuriyet’in 87. yılında NUTUK’u yeniden ve dikkatle okumak zamanıdır…


Banu AVAR, 28 Ekim 2010

http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=75
banuavar@superonline.com

28 Ekim 2010 Perşembe

Cumhuriyetimizin 87.Yılı Kutlu Olsun!

Share








Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
(Atatürk'ün S.D.II, S. 215)

------------------------------------------31.Ekim.1923

Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aidata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Allah'a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir.
1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 127)

---------------------------------------29.Ekim.1927


Bunca yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de, milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için, dini âlet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, içeride ve dışarıda varlığı, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta, din hakkındaki bilgi ve anlayış, her türlü hurafelerden sıyrılarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla arınmış ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, her yerde tesadüf olunacaktır.
1927 (Nutuk II, s. 708)



-----------------------------------------29.Ekim.1929

------------------------------------------29.Ekim.1930

Gelecek nesillerin Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. 1927 (Nutuk II, S. 831)
-------------------------------------------29.Ekim.1931

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet'in onuncu yılında Başbakan İsmet Paşa ile 29.Ekim.1933

--------------------29.Ekim.1933 Gazi Mustafa Kemal 10. Yıl Nutkunu Okurken


------------------------------------------29.Ekim.1936

-----------------------------------29.Ekim.1937



Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, S. 71)
Mustafa Kemal ATATÜRK

21 Ekim 2010 Perşembe

Türban

Share


Okurlar sipariş veriyor:

“Türban meselesini yaz.”


*
Yazayım.
*
Bir İgnliiz üvinersitesinde ypalın arşaıtramya gröe, klemileirn hrflareinin hnagi srıdaa yzaldıklarıı ömneli dğeliimş asılnda... Öenmli oaln, briinci ve sonncuu herflarin yrenide olamsımyış... Çnküü, kleimleri hraf hraf dğeil, btüün oalark oykuormuşsz... Ardakai hraflrein sırsaı kıraşık da osla düüzgn ouknuyormuş.
*
İinglç di mi?
Bıakn nısal da düüzgn oukdnuuz.
*
Hem oukdnuuz.
Hem anladıınz.
*
Trüban bduur.
*
Tartıışlan mselee ne oulrsa olusn, bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin... Yaınlşları düüzgn gbii oukmyaa, düüzgn gbii anlmaaya bşlarsaın.
*
Üvinersite srouları çlaımnış, Amreikan şrketii Trküiye’de rşvüet dğaıtmış, domateisn tneasi iki lria oulmş, maedncleriin cseetlernii beş aıydr çıkaramoyrlarmıış, her dröt gnçteen brii isşiz gzeiyrmouş, pkklya pzarlaık yaplııyrmouş, meemlket bölüüynrmouş, Amreikaıllar bzie fzüe döşyormuuş, deinz feenri ne oulmş, yargyıı taammen bdaem byklııı ypmışlaar flian...
*
Hiç öenmi klmaaz.
*
Tartıışlan mseleenin bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmezsin, sbaah klkaarsın trüban konşuuursn, aşkam yaatrsın trüban konşuuursn.
*
Kaafn alalk blulak oulr ama...
Akılnda bi tek trüban klaır!
*
Saadce kfaayı örtmez çnküü.
Her srounu öertr trüban.
*
Bilmiyorum anlatabildim mi.

21 Ekim 2010
Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr

8 Ekim 2010 Cuma

Öcalan’a “dinlenmeyen” telefon... Yeter mi?

Share Otuz bin kişinin ölümünden sorumlu azılı terör örgütü PKK’nın onursal elebaşısı Öcalan devletten yeni taleplerde bulunmuş... Ama talep ki ne talep... Bu ülkeye senelerce hizmet vermiş, canını tehlikeye atarak terörle mücadele etmiş ve sonunda ödüllendirilecek yerde “terörist” diye cezaevine tıkılmış, aylardır ailesinden çocuklarından ayrı mahkum hayatı yaşatılan onurlu askerler, dünya çapında ün kazanmış ama tutuklu olarak çile dolduran bilim adamları, gazeteciler ağzına alsa bir de üstüne hakaret yer.
Efendim Öcalan Kandil dağındaki örgüt yöneticileriyle görüşebilmek için “koğuşuna özel telefon hattı” çekilmesini istiyormuş. Hepsi bu kadar da değil, şartı var; “Bu özel telefon dinlenmeyecek” ! Yani bu ülkenin ‘kendi halinde yaşayan, hiçbir suça karışmamış” 72 milyon vatandaşı, gazetecisi, hakimi,öğretmeni, rektörü dinlenecek, fişlenecek ve itiraz bile edemeyecek ama Öcalan’ın terör örgütüne vereceği stratejiler dinlenmeyecek.
Mahkum olmaması gerektiği halde aylar, bazıları yıllardır mahkum olarak tutulan yüzlerce insan aileleriyle bile haftada bir telefonla konuşabilir, görüşebilirken onun sınırsız hakları olacak.

TERÖRÜ HANGİ ŞARTLA BİTİRECEK?

Sözcülük görevi yapan avukatları hava muhalefetinden dolayı bu hafta İmralı’ya gidememişler ve son görüşmelerinde Öcalan’ın kendilerine “terörü bitirmek için girişimde bulunacağını söylediğini, bunun için Kandil’deki örgüt yöneticileriyle görüşmek üzere telefon istediğini” açıklamışlar. Şimdi bunu ‘son derece makul ve gerekli bir talep’ olarak empoze etmek üzere başka gönüllü sözcüler ekranları saracak ve tepki gösteren parti veya vatandaşlara “yoksa siz terörün bitmesini istemiyor musunuz” teranesine başlayacaklardır hiç kuşkusuz.
Onlara söylenecek şey şu; haydi son zamanlarda Öcalan ile BDP’lilerin sık sık aynı sözü tekrarlamış olduklarını da bir yana bırakalım, Aysel Tuğluk daha geçen hafta Öcalan’la görüştükten sonra “PKK’nın eylemsizlik kararı uzayabilir. Hükümetin atacağı adımlar beklenecek. Çözüm Türkiye’nin bütünlüğü içinde olacak” demedi mi? Bu sözler PKK’nın saldırılarını durdurma şartını açıkça anlatmıyor mu?
Hükümetin atacağı adımlar gecikirse (ki bu adımlar ‘özerklik, af, o da yetmez siyaset hakkı, Anayasa’daki Türklük tanımının kalkması’ gibi taleplerin cevabı olarak beklendiğine göre gecikeceği aşikardır) veya beğenilmez, yeterli bulunmazsa ne olacak? Öyle ya, devamlı İspanya-ETA örneğini veriyorlar, ETA özerklik istediği ve İspanyol hükümeti buna yanaşmadığı için şu anda büyük ve çözülemeyen bir sorunla uğraşmaktalar. Kaldı ki İspanya halihazırda 17 özerk bölgeden oluşmuş olmasına rağmen bir şekilde “ülke bütünlüğü”nden sözedilebiliyor hala... Yani “Türkiye bütünlüğü içinde olacak” dedikleri bütünlük belli değil.

Yeni anayasanın asla seçimden önce yetişmeyeceğinin ısrarla söylenmesinin de en önemli nedeni bu, seçime kadar (zaman içinde tekrarlana tekrarlana herşeye alıştırılan) toplumun bu değişikliklere alışması, konunun yaratacağı tartışmaların bitmesi kısa sürede olacak şeyler değil. Ayrıca değişiklik kesin şekilde açıklandığında halkın tepkileri seçim sonucunu herhalde etkileyecektir. (Ama işte tam da bu nedenle “dürüstlük gereği” seçmenin yeni anayasayı seçimden önce bilmeye hakkı var.)
Dönelim “hükümetin atacağı adımların gecikmesine veya beğenilmemesine”... Aysel Tuğluk’un ilettiği sözlere göre “ateşkes”in durumu o zaman ne olacak? Daha önce “Hükümetin kararını referandumdan sonra on gün beklerim, sonra olacaklara karışmam” diyen Öcalan acaba dinlenmeyen özel telefonunu hangi amaçla kullanacak..? Dikkat ettiyseniz sadece BDP ile Öcalan’ın ne söylemekte olduklarının açılımını yaptım.

Ama bence de Öcalan isteklerini genişletmekte haklı... Teröre boyun eğip terör şantajı altında tavizler verilmeye, devlet ‘terör örgütünün muhatabı’ konumuna getirilmeye bir kez başlandı mı iş bu noktaya varır, böyle isteklerin bile direkt Cumhurbaşkanı’na iletilmesi cesareti ortaya çıkar. Bir sonraki talep özel helikopter ve makam odası olursa kimse şaşırmasın yani... Ordusuna hakaret edilirken terör örgütünün yüceltildiği bir yerde her şey mümkündür.

Ruhat Mengi
rmengi@gazetevatan.com

08.10.2010

19 Eylül 2010 Pazar

Satılıyoruz ey halkım nezaman uyanacaksın?

Share


Hazine müsteşarlığının hazırladığı yasa tasarısı devlet binalarının, otoyol, köprü ve barajların faizsiz bono sistemiyle islami ülkelere satışını öngörmekte. 12 Eylül 2010'daki "evet"ler sayesinde hepimizi özgürleştiren mega demokratik anayasa değişikliği sayesinde bu tip toplu satışların artık engellenme ve iptali söz konusu değil. Özgür ve demokratiğiz artık. Gece nasıl rahat uyuyabileceksiniz acaba evetçiler?

16 Eylül 2010 Perşembe

Seçim hilesinin açık kanıtı

Share

Aşağıda Yüksek Seçim Kurulunun 21 Ekim 2007'deki Anayasa Değişikliği Referandumu ile 12 Eylül 2010'daki Anayasa Değişikliği Referandumu sonuçları yer almaktadır. Arada 3 yıl 1 ay 9 gün vardır.

21 Ekim 2007'de ülke genelinde (gümrükler dahil) sandık seçmen listesine kayıtlı olan seçmen sayısı: 42 690 252. (http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2007Referandum/Sonuc/sonuc.pdf)

12 Eylül 2010'da ülke genelinde (gümrükler dahil) sandık seçmen listesine kayıtlı olan seçmen sayısı: 52 051 828 (http://www.ysk.gov.tr/ysk/index.html)

3 Yılda Kayıtlı Seçmen Artışı: 9 361 576

**

Şimdi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) Veri Tabanı 2007 yılı verilerine bakalım. (http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_yasgr.RDF&p_yil=2007&p_dil=1&desformat=html&ENVID=adnksdb2Env)

Bu tabloda 15-19 yaş sütununa dikkatle bakın. 15-19 yaş aralığındaki nüfus 6.157.033

Bu nüfus aralığında 19 ve 18 yaşını tamamlayanlar 2007 yılında da oy kullandıklarından 15-16 ve 17 yaş aralığında kaç kişinin olduğunun bulunması gerekiyor. Bu da hata payıyla 6.157.033'ün yaklaşık 3/5'i ( % 60'ı) dir. Buradan hareketle 2007 yılında 15-17 yaş aralığında olup 2010 yılında seçmen yaşını dolduran kişi sayısının yaklaşık olarak 3.695.000 olduğu görülmektedir.

O zaman 2007 yılı referandumunda 42.7 milyon olan kayıtlı seçmen sayısının 2010 yılı referandumunda nasıl 52 milyona çıktığının yani yaklaşık 9.5 milyon artttığının izah edilmesi gerekmektedir. Aradaki nüfus artışı ile izah edilemeyen fark 5.7 milyondur.

Bu durumda iki olasılık vardır, ya 2007 yılı kayıtlı seçmen sayısı hatalıdır ya da 2010 yılı. İki olasılık da birbirinden beter sonuçlar doğuracaktır.

Gelelim YSK'nın 2009 yılı Mahalli İdareler Seçim Verilerine. 29 Mart 2009'da yapılan bu seçimde YSK verilerine göre kayıtlı seçmen sayısı (cezaevleri dahil) 48.049.446 'dır. (http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2009MahalliIdareler/ResmiGazete/IlGenel.pdf)

Oysa ki 12 Eylül 2010 referandumundaki kayıtlı seçmen sayısı 52.051.828' dir. Aradaki fark 4 milyondur. 1.5 yılda nasıl bu kadar artış olmuştur? TÜİK'in ADNKS Veri Tabanına Göre 2009 yılında 15-19 yaş aralığındaki nüfusumuz 6.234.620'dir. (http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_yasgr.RDF&p_yil=2009&p_dil=1&desformat=html&ENVID=adnksdb2Env)

2009 yılından 2010 yılına 5 yıllık yaş aralığının 1.5 yılı (% 30'u) seçmen havuzuna gireceğine göre bu bir buçuk yıl aralığındaki nüfus yaklaşık olarak 1.9 milyondur. (6.235x0.3). O zaman 2009 mahalli seçimlerinden bu yana kayıtlı seçmen sayısının nasıl 4 milyon arttığının da izah edilmesi gerekmektedir. Aradaki fark 2 milyondan fazladır.

Bu sorulara yanıt verilememesi irdelediğimiz seçim ve referandumlara şaibe gölgesinin düşmesine neden olacaktır.

Dr. Ali Rıza Üçer

Tıp Kurumu Genel Sekreteri

14 Eylül 2010 Salı

Banu Avar Yazdı: "Millet 'Evet' mi Dedi?"

Share .
.
.
50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR sonuçla bir oylama geride kaldı. 700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.

Öncelikle;

Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisi eliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,

TÜM BUNLARA KARŞIN, bu millet yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.

Yüzde 42’lik HAYIR, baskının ve propagandanın ve yayılan bilgi karmaşasının boyutu düşünüldüğünde, küçümsenecek bir rakam değildir.

‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ mealinde iletiler yollayan sevgili gençlere diyorum ki, işte hep yazıp çizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!
Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır.

Zor olan ANLAMAKTIR…

Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.

Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.

İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.

CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.

‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır.

Önümüze bakalım!

Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3 aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’
Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.
İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.
Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.

Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.
Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.
Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak .
Ve Silivri’den geride kalan muhalif aydınlar büyük risk altında olacak.

Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır.
Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.

Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..

Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefeti kendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır.

Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.

Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında faşizm egemen olacaktır.

Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!


Banu AVAR
banuavar@superonline.comBu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
www.banuavar.com.tr

Bir başka BOP videosu daha..

Share

Bazı sahneler var ki...

10 Eylül 2010 Cuma

Evet dilenciliğinin belgesi!

Share Skandal mektup üzerine Cumhuriyet'in iletişime geçtiği AKP Balıkesir İl Başkanı Adil Çelik, mektubu doğrularken “Mektuptan evet oyu verin, yardımlar devam etsin anlamı mı çıkıyor” sorusuna, “Ben öyle bir anlam çıktığı kanaatinde değilim” yanıtını verdi.

“O zaman neden yardımları anımsattınız? Direkt bayram kutlaması yapmak yerine böyle bir yolu tercih etmeniz merak uyandırdı” sorusu üzerine de Çelik, “Olabilir, merak etmiş olabilirsiniz. Bizim de kanaatimiz bu. Engelli vatandaşlarımızın hem bayramını kutladık, hem bu vesileyle referandumda destek istemiş olduk. Neticede ben siyasi bir partinin il başkanıyım biliyorsunuz” dedi.

AKP Balıkesir İl Başkanı Çelik, “Yardımları siyasi partiler değil, devlet yapmıyor mu?” sorusuna da şu yanıtı verdi:

“Elbette ki devlet. Bu düzenlemeyi getiren ve bunun ödenmesine vesile olan da Ak Parti hükümeti, yani benim partim. Bundan önce böyle bir şey yapılmamış. Biz bunu hükümetimizin bir icraatı olarak görüyoruz. Ben bunda da son derece haklı olduğum kanaatindeyim.”

9 Eylül 2010 Perşembe

Neden Hayır?

Share

ANAYASA NEDEN ÖNEMLİDİR?

Çünkü toplumun, toplumdaki değişik grupların, katmanların isteklerini yansıtır. Onların ayrı ayrı haklarını korur. İşçilerin haklarına yer verir. Sendikaların haklarına yer verir. Sendikasız çalıştırılanların, emeklilerin, işverenlerin, kadınların, çocukların, engellilerin, değişik mezheplerdeki yurttaşların, öğrencilerin, küçük esnafın, yargının, basın emekçilerinin, gazilerin ve bu ülke için canını vermiş şehit ailelerinin, TEKEL işçilerinin, çiftçilerin, tarım kesiminde çalışanların haklarını korur.

ANAYASA NASIL YAPILIR?

Yapar; Anayasa’yı yaparken, tüm bu grupların temsilcileri çağrılır, görüşleri alınır, talepleri alınır. Anayasa bu taleplerin tümüne yer verebildiği oranda demokratik bir anayasa olur. Ve anayasa, ancak böylece bir “toplum sözleşmesi” olur.

AKP ANAYASASI BÖYLE Mİ YAPILDI?

Hayır. AKP tek başına Anayasa’yı yaptı. Hiçbir partinin görüşlerini almadı. Tüm sivil toplum örgütlerine “üç gün süre” verdi. CHP’nin “üç maddeyi ayırıp, diğerlerini beraber oylama” önerisine cevap bile vermedi. Bugüne kadar yapılan tüm çalışmalara, diğer partiler ya da sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanan taslaklara dönüp bakmadı bile.

ANAYASA TEK PARTİ TARAFINDAN YAPILABİLİR Mİ?

Hayır. Çünkü o zaman “toplum sözleşmesi” olmaz, “parti anayasası” olur. “AKP anayasası” olur.

1982 ANAYASASI İLK KEZ Mİ DEĞİŞTİRİLİYOR?

Kesinlikle hayır. 1982 Anayasası, bundan önce tam 16 kez değiştirildi. Bu sonuncusu ise, 17’inci değişiklik oluyor. Yani darbe Anayasası’nı ilk kez değiştirdikleri tam bir “yalan”, tam bir “göz boyamaca”. Üstelik bu değişikliklerin yedi tanesi, daha AKP iktidara gelmeden yapılmıştı. Hem de o dönemde TBBM’de bulunan tüm siyasal partilerin katılımları ile... Yani AKP’nin ve yandaş aydınların(!) iddia ettiği gibi, 1982 Anayasası, ilk kez değiştirilmiyor. Bundan önceki değişiklikler de yine aynı kişilerin iddia ettikleri gibi “makyaj niteliğinde” değişiklikler değil.

DEĞİŞİKLİKLERE AKP YAPTIĞI İÇİN Mİ KARŞI ÇIKILIYOR?

Buna da kesinlikle hayır. AKP iktidarı, bugüne kadar tam 9 kez Anayasa’yı değiştirdi. Bu son yapılan da 10’uncusu oluyor. Ve bugüne kadar yapılan bu 10 değişiklikten sadece 3’ü toplumda tartışma yarattı. Çünkü üçü de, diğer siyasal partileri, sivil toplum örgütlerini ve tartışmaları dikkate almadan, tamamen “baskıcı bir anlayış” ve “benim çoğunluğum var, her istediğimi yaparım” mantığı içinde yapılmıştı. Aynen şimdi tartıştığımız son değişiklik gibi.

TÜRKİYE’DE BUGÜNE KADAR NELER TARTIŞILDI?

Kısaca sıralayalım; dokunulmazlıklar, cumhurbaşkanının yetkileri, kadın hakları, partilerin iç işleyişlerinin demokratik olmaması, lider sultası, YÖK, yargının dosya çokluğu nedeniyle geç işlemesi, yolsuzluklar, Alevilerin hakları, etnik kökenli vatandaşlarımızın kültürel hakları, sendikal haklar, grev hakkının sınırları, yüzde 10’luk insafsız seçim barajı, kültürel haklar, HSYK’da bakanın ve müsteşarın yer almaları. İşte tüm bunlar, 1982’den bu yana tartışıldı. Tüm partilerin, siyasal grupların, sivil toplum örgütlerinin talepleri olarak ortaya çıktı.

AKP ANAYASASI BU TALEPLERE YER VERİYOR MU?

Hayır. Hiçbirine yer vermiyor. AKP Anayasası’nda ne dokunulmazlıklar sınırlanmış, ne partilerin iç işleyişi ile ilgili bir düzenleme var, ne YÖK değiştirilmiş ne kadınlara kota getirilmiş, ne sendikalara bir hak getirilmiş, ne işçilerin insanca yaşam hakları güvenceye alınmış. AKP Anayasası, bunların herhangi birine yer vermiş mi? Hayır.

AKP ANAYASASI’NDA NE VAR?

Sadece “göz boyamacılık” var. “Hak getiriyoruz” görüntüsü altında “hiçbir hak, özgürlük, yenilik” getirmemek var. Bir tek “AKP iktidarının yargıya tek başına egemen olması” var. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamını iki kişinin seçmesi var. Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm Anayasa Mahkemesi üyelerini seçmesi var. İleride kendilerini Yüce Divan olarak yargılayacak mahkemenin tüm üyelerini kendilerinin seçmesi var. Böylece Yüce Divan’dan kaçma yolu var.

KADINLARA POZİTİF AYRIMCILIK VAR MI?

Hayır. Sadece “bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz” diye bir ibare ekleniyor. Bu ne anlama geliyor? Hangi tedbirler? İleride alınacak tedbirler. Peki süresi ne bu tedbirlerin? Yani ne zaman alınacak bu tedbirler? Belli değil, “alınacak” demiş ya. Böyle bir pozitif ayırımcılık olur mu? Örneğin kadınlar bu düzenlemeden sonra TBMM’de ne kadar oranda temsil edilecek? Ya diğer örgütlerde? Böyle bir oran yok. Çünkü “gerçek bir pozitif ayrımcılıktan” söz eden yok.

TOPLU SÖZLEŞME HAKKI VAR MI?

Yok. Eski düzenlemede yer alan “toplu görüşmenin” adı toplu sözleşme yapılmış o kadar. “Toplu sözleşme yapılması sırasında” memurlar idare ile uzlaşırlarsa iş tamam, ama ya uzlaşmazlarsa? AKP Anayasası şöyle diyor: “Uyuşmazlık çıkması halinde taraflar kamu görevlileri hakem kuruluna başvurabilir”. Nasıl bir kurul bu? Bürokratlardan oluşan bir kurul. Yani memurlar idare ile anlaşamazlarsa, idarenin kurduğu “hakem kurulu” karar veriyor. Peki nasıl bir sözleşme bu? Sonucu yine idareye bağlı. Acaba “kamu görevlileri hakem kurulunun” kararlarını beğenmezlerse, memurların yargıya gitme hakları var mı? Hayır. AKP Anayasası onu da engellemiş: “Kurulun kararları kesindir” diyor. Yani tam bir yalan. Ortada ne toplu sözleşme var. Ne uzlaşma olmazsa grev hakkı ne de yargıya gidebilme hakkı var.

ÇOCUKLAR KORUNUYOR MU?

Anayasa aynen şöyle bir düzenleme getirmiş. “Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır”. Peki bu düzenleme olmazsa, “devlet çocukları istismara ve şiddete karşı” koruyamayacak mı? Engel mi var? Anayasa’da zaten 41. maddede “çocukları korur” diye bir düzenleme yok mu? Bunun yeni getirilenden farkı ne? Hiçbir farkı yok. Amaç zaten “yeni bir hak getiriyormuş” gibi yapmak ve göz boyamak. Esas amacı saklamak.

KAMU DENETÇİLİĞİ GELİYOR MU?

AKP Anayasası şöyle diyor: “Kamu denetçiliği kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.” Bu kadar. Tabii bir de “iktidar partisi çoğunluğunun tek başına seçeceği” getirilmiş. Peki kurumun yetkileri, görevleri? Bunların hiçbiri Anayasa’da yok. Örneğin ne zaman başvurulur? Kararları yargı ile çatışabilir mi? Çatışırsa ne olur? Şikâyetleri inceler incelemesine de, sonra ne yapabilir? AKP iktidarı neden bunları düzenlememiş? Acaba unutmuş mu? Oysa dünyadaki örneklerinde de, en çok sıkıntı yaratacak konular bunlar. Anayasa’da bunlara çözüm getirilmesi gerekir. Acaba AKP iktidarı, tüm bu konuları ve dünyadaki örnekleri ve uygulamaları bilmiyor olabilir mi? Bu denli “yetersiz bir düzenlemeyi” sakın bilerek, isteyerek getirmiş olmasın?

EKONOMİK SOSYAL KONSEY VAR MI?

AKP Anayasası şöyle diyor: “Hükümete istişari nitelikte görüş bildirmek üzere ekonomik ve sosyal konsey kurulur.” Şimdi burada “yeni bir kurum mu” kurulmuş? Kesinlikle hayır. Ekonomik Sosyal Konsey zaten var. Bakan istediği zaman toplanıyor, istemediği zaman toplanmıyor. AKP Anayasası’nda bu değişiyor mu? O da hayır. Görüş bildirmekten öte bir görev ya da yetki verilmiş mi? Ona da hayır. AKP iktidarı neden bunları düzenlememiş? Acaba unutmuş mu? Acaba AKP tüm bu konuları ve dünyadaki örnekleri ve uygulamaları bilmiyor olabilir mi? Bu denli “yetersiz bir düzenlemeyi” Anayasa’ya koymuş olmanın bir artısı var mı? Kesinlikle hayır. O halde sakın bilerek, isteyerek yapmış olmasın? Yani diğer maddeler gibi, sadece “dostlar alışverişte görsün” düşüncesi ile getirilmiş olmasın?

Anayasa Profesörü Süheyl Batum


Yeni başlayanlar için referandum... Madde madde

Share .
.
.

Aylardır anlatılıyor... Hâlâ “hangi maddeleri oylayacağız?” diyen var.

İzah edeyim.

Memur maddesi: Kamu Personeli Seçme Sınavı yapıldı, dini imanı dilinden düşürmeyen cemaatçi arkadaşların soruları arakladığı, kul hakkı yemeye utanmadıkları ortaya çıktı.

Eğitim maddesi: Üniversite sınav sorularının takunyalılara sızdırıldığı, kendi dershanelerine servis edildiği, milyonlarca evladımızın geleceğini çaldıkları ortaya çıktı.

Güvenlik maddesi: Polis Akademisi sınavında soruların zimmete geçirildiği, tarikatçılara ezberletildiği, uzun lafın kısası, hırsızların polis olmaya çalıştığı ortaya çıktı.

Eşitlik maddesi: TRT'ye personel almak için sınav yapıp, sonuçları internetten yayınladılar, ancak, torpil taleplerini silmeyi unuttular, böylece, kazanan isimlerinin yanında “şu müdür tanıyor, bu müdür kefil” gibi notların düşüldüğü ortaya çıktı.

İşçi hakları maddesi: AKP'li belediye itfaiyeye alınacak üç personel için sınav yaptı, yüzlerce aday “belgen eksik” diye sınava sokulmadı, “prosedürü uyguladık” dendi, sonuçlar bi açıklandı, başkanın oğlu ve kayınbiraderiyle, zabıta müdürü oğlunun kazandığı ortaya çıktı.

Ekonomi maddesi: Kamu bankası sınav yaptı, müfettişler aldı, boru değil, müfettiş bu, sahtekârları yakalayacak, 80 puan alanlar girecekti, 70 alanlar dolduruldu, rezalet ortaya çıkınca, bilgisayarın hata yaptığı söylendi... Bir başka kamu bankası müfettişler aldı, sınavı hazırlayan özel üniversitenin aynı soruları daha önce bir başka kamu kurumunun sınavında sorduğu ortaya çıktı, suçüstü enselenen üniversite “ayy çok pardon” dedi.

Sağlık maddesi: Sağlık Bakanlığı Unvan Sınavı yapıldı, 20 soru iptal edildi, 17 sorunun cevap şıkları değiştirildi, zaten 50 soru vardı birader, belli ki unvanı yükseltilmek istenenler buna rağmen becerememişti, sonuçlar bir hafta geç açıklandı, rezaletin ayyuka çıktığı ortaya çıktı.

Spor maddesi: Çok örnek var, birini anlatayım, Menderes Üniversitesi Beden Eğitimi Yüksek Okulu'nda sınav yapıldı, kazananların listesi açıklandı, sonra o liste indirildi, başka liste asıldı, kazanıp kayıt yaptıranlara “siz kazanamadınız” dendi, kazanamayanlar kayıt edildi, savcı “oha artık” demek zorunda kaldı, mahkemenin yürütmeyi durdurduğu ortaya çıktı.

Sendika maddesi: Eğitim Kurumu Müdürlüğü sınavı yapıldı, soruların iktidara yakın bi sendikanın çalıştayında sorulan sorular olduğu, o sendikadan olanların kazandığı ortaya çıktı.

Din maddesi: Diyanet İşleri Başkanlığı vaizlik, Kuran kursu öğreticiliği, müezzinlik sınavı yaptı, başarılı olan adaylar başarısız ilan edildi, başarısız denilen adaylar mahkemeye başvurdu, olmayacak duaya amin denildiği, sınavın iptal edildiği ortaya çıktı.

Netice itibariyle...

Son 4-5 senede, vatandaşların geleceğiyle alakalı olup, seçenekli şıkları bulunan her sınavda, hukuken tespit edilmiş “yamuk” olduğuna göre, pazar günü cevabı aranması gereken asıl soru şudur... Hukuk sınavı referandumda katakulli olmayacağının garantisini kimse verebilir mi?
a) evet b) hayır


Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr
08 Eylül 2010

8 Eylül 2010 Çarşamba

RTE - BOP EŞBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN

Share

6 Eylül 2010 Pazartesi

Referandumda oyunuzu kullanmadan önce izleyin, aydınlanın.

Share İşte değiştirilmek istenen bu yasanın gizli ses kaydı!..
Melih Gökçek - Burhan Kuzu Ses Kaydı . TCK'NIN 240. Maddesinden Melih Gökçek'in görevini kötüye kullanmasından dolayı dava açılmıştı.
AKP'YE DE, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE DE ''HAYIR'' DİYORUZ...



"Kabul ettirilmeye çalışılan bu anayasa 87 yıl önce silahla dayatılamayan "Sevr"in hayata geçirilmesinin altyapısıdır."




30 Ağustos 2010 Pazartesi

"Neden HAYIR" Sorusuna En İyi Cevap

Share "Neden HAYIR" Sorusuna En İyi Cevap

"NEDEN HAYIR" SORUSUNA BENDEN İYİ CEVAP VEREN OLAMAZ

Başlık çok iddialı gelmiş olabilir, hatta bazı okurlarımız "bu adam da iyice ukalalaştı" diyebilirler ancak kimse kusura bakmasın "söz konusu vatansa gerisi teferuattır." Belki bu yazdığım yazı yüzünden Türkiye'ye girişim ömür boyu yasaklanabilir, ben de ömür boyu sürgüne mahkum olabilirim ama artık yumuşak geçişlerin değil silkinişlerin zamanıdır. Dostlar bilenler bilir, bilmeyenler şimdi öğrenecek. Ben Yugoslavya parçalanırken gönüllü olarak parçalanma karşıtı gruplarda çalıştım. Üniversite yıllarımda bu tip gençlik örgütlerinde 5 yıl boyunca gönüllü olarak yer aldım ve bir ülkenin parçalanmasına şahit oldum.

İŞTE PARÇALANMA

Türkiye'den çıkarılalı tam 300 gün oldu ve bu günlerin 200'ünü eski Yugoslavya topraklarında geçirdim. Makedonya'da, Sırbistan'da, Hırvatistan'da, Bosna'da ve Kosova'da... Parçalanmanın sonuçlarını basit başlıklarla açıklayayım.

    - Millet kavramının yerini, ırk kavramı almış. - Birlikte yaşama kültürünün yerine, çatışma kültürü gelmiş. - Tokluk yerine açlık, iş yerine işsizlik yerleşmiş. - Dilencilik ve fuhuş başlamış. - Ve herkesin diline "ah tito nerdesin" cümlesi yerleşmiş.

GELELİM GÜZEL VATANIMIZA

Bu referandum da "evet" çıkması ne HSYK'nın yapısı, Ne Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkileri, ne sendikal hakların kısıtlanması, ne faşist diktanın kurulması v.s. tehlikelerini kapsamıyor. Bunlar büyük tehditler ama esas tehdidin yanında hiçbirşeydir. Esas tehdit FEDERASYON olma tehdidir. Gerisi zaten güzel yurdumuz FEDERASYON olursa hikaye olacaktır. Sakın kimse yanılmasın bugün sorun Türkiye'nin parçalanması değil, Türkiye'nin etnik ve mezhep temelli bir federasyon halini almasıdır. Buna Fener Kilisesi'nin ekümeniklik fantazisini ve buna bağlı olarak Vatikan'la sanki devletmiş gibi imzaladığı "Ravena Sözleşmesi"ni(bkz. www.vatican.va) de eklersek sorun kabak gibi karşımıza çıkar. 12 Eylül Referandumu ilk aşamadır, esas sorun referandumdan güçlü bir "evet" çıkması halinde ortaya çıkacaktır. Türkiye işte o zaman Tayyip Erdoğan'ın da dediği gibi "kapsamlı bir anayasa çalışmasına girecektir ve bu çalışma geniş tabanlı olacaktır."

ULUSLARARASI YASAL ORTAM HAZIR

1- Turgut Özal tarafından imzalanan Avrupa Özerk Yönetimler Yasası:


Avrupa Konseyi’nce 15 Aralık 1985 tarihinde imzaya açılan “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı, 2. Özal Hükümeti döneminde, 21 Kasım 1988 günü Strasburg’da imzalamış, Yıldırım Akbulut’un Başbakan olduğu 8 Mayıs 1991 tarihinde çıkarılan 3723 sayılı yasa ile onamıştır.

Türkiye’nin Anayasa ile belirlenen üniter yapısını değiştirmeye yönelik bu anlaşma, “özerk yerel yönetimler” öngörmektedir.

“Önsöz”ünde bu anlaşmanın; “Özerk yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin (…) idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan” bir yapı oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı belirtilmektedir.

Zaten, “Özerk Yerel Yönetimlerin Anayasal ve Hukuki Dayanağı” başlıklı 2. maddesinde aynen; “Özerk yerel yönetimler ilkesi, ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda Anayasa ile tanınacaktır” deniliyor. AKP Hükümeti’nin, şimdi Anayasa’daki güvenceleri kaldırarak, Özal’ın bu taahhüdünün gereğini yerine getirme hazırlıkları içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Anlaşmanın 3. maddesinde de “Özerk Yerel Yönetim Kavramı” şöyle tanımlanıyor:

“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı taşır”.

“Yerel makamlara verilen (bu) yetkiler, normal olarak tam ve münhasırdır” (Md. 4/4). Anlaşmayı imzalayan devletler, “yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını anayasa ya da kanun ile belirlemek” zorundadırlar (Md. 4/1).

Anlaşmaya göre; yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak zorundadır (Md.5).

Anlaşmada “özerk yerel yönetimler”in ekonomik altyapısı da unutulmamış: “Yerel makamlara kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacak”!

2- BM İKİZ YASALARI:

Malesef bu yasalar 2000 yılında Ecevit, Bahçeli, Yılmaz hükümeti döneminde imzalanmış ancak Türkiye'nin parçalanmasına hizmet edeceği anlaşıldığı andan itibaren rafa kaldırılmıştır. Fakat Erdoğan hükümeti iktidar olur olmaz ilk iş yasaları onaylamışlardır. Yasalar Doğu Perinçek'in bütün çabasına rağmen Cumhurbaşkanı Sezer tarafından imzalanmıştır hem de TSK'nın çekince koymasına karşın. Türkiye'nin bölünmesi için uluslararaı hukuki zemin hazırlayan BM İkiz Yasalarının temel maddeleri şöyle:

a. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

b. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.

c. ...... bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. denmektedir.

HEM EŞBAŞKAN HEM PKK DAYANAKLARI AÇIKLADI ZATEN

Bakın şimdi gelelim bam teline. Geçen yıl Ağustos ayıydı. Apo 15 Ağustos'ta açılım planını açıklayacağım demişti. Ben erken davrandım ve planın hazırladığı merkeze dalıp planı ele geçirdim. Plan Washington merkezli Amerikan Kurdish International Network(AKIN) isimli kuruluş tarafından PKK'nın ABD'deki adamı Kani Gulam koordinatörlüğünde hazırlanmıştı. Apo'nun taleplerinin temelinde özerklik ve özerk bölgelerin doğal kaynaklarını kendilerinin kullanması amacı vardı. Yani hem Avrupa Bölgesel Yönetimler Yasası hem BM İkiz yasaları... Zaten Apo'da yasaların güvence altına alınması için uluslararası güçlerin kontrolünü ve korumasını talep ediyordu. Tayyip Erdoğan'da 12 Eylül referandumuyla ilgili yaptığı açıklamalarda satır arasında mertçe ifadeler kullanıyor. Diyor ki: "12 Eylül'den güçlü bir destekle çıkarsak, Avrupa Birliği yasaları çerçevesinde daha önemli adımlar atacağız." AB yasalarının dayatması açık: "bölge kalkınma ajansları sayesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve buna bağlı olarak özerk bölgeler oluşturulması." Bu ifadeler AB'nin son Türkiye İlerleme Raporu'nda yer alıyor. Açarsak Apo'da, Eşbaşkan'da uluslararası yasalara atıf yaparak Türkiye'nin federasyon olması yönündeki darbeleri vuruyor.

ÖNCE FEDERASYON

Apo, İmralı'dan sürekli ötüyor ve diyor ki: " Bizim amacımız ayrı devlet değil biz özerk bölgeler istiyoruz." Bunu sürekli dillendiren kesimlerde örneğin Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'de aynı şeyleri söylüyor. Elbette öyle diyecekler çünkü üniter bir devleti hemen parçalamak mümkün değildir. Önce federasyon yapmak gerekir. Tabi bu federasyon birleştirme amaçlı değil parçalama amaçlı olmalıdır.

MİLLİ VE GAYRI MİLLİ FEDERASYON

Kimse şaşırmasın milli federatif yapılar ve gayri milli fedaratif yapılan vardır. Bunlar tarih boyunca ortaya çıkmıştır. Milli federatif yapılar bölgelerinde kendilerine yakın etnik grupları slav kökenli tarifiyle "Narodnizm" yani milletleşme etrafında toplarken gayri milli federasyon yapıları birbirine yakın etnik grupları birbirine kırdırır. Örneğin SSCB Doğu Avrupa, Orta Asya, Kafkasya ve İç Asya'yı "Sovyet" milli kimliği etrafında toplamış milli bir fedaratif yapıdır. Yugoslavya'da asıl amacı tüm Balkanları birleştirmek olan ama en azından orta Balkanları birleştirip "Yugoslav" milli kimliğini oluşturarak kurulmuş bir federatif yapıdır. Çekoslovakya için de aynı tanım geçerlidir. Gayrı milli federasyonlarsa tamamen etnik kimlikleri öne çıkaran ve milletleri ırki özellikleri öne çıkararak yapılandırmaya çalışan emperyalist projelerin ürünüdür. Örneğin aynı dili kullanan, aynı kültüre sahip Kore bile 1950'de NATO saldırısıyla iki ayrı devlete bölünmüştür ama tam bölünmeden önce federatif bir yapı oluşmuştur. Çekoslovakya referandumla, Yugoslavya dünyanın en kanlı içsavaşıyla parçalanmıştır. Yugoslavya'da bugün Bosna üç bölgeli, Sırbistan iki bölgeli bir federasyondur. Makedonya'da da adı konmamış ama "Multi Ethnical State" yani "çok etnikli devlet" tanımı altında bir federatif duruş vardır. Bu karmaşık tanımlamayı şöyle özetleyebiliriz: dünya halkarının yararına kurulan federasyonlar millet yaratır ve sınırları genişletir. Emperyalizmin yarattığı federasyonlarsa milletleri böler ve sınırları küçültür. Çünkü ne kadar küçük parça o kadar ırkçı topluluk doğuracak ve bu ırkçılık emperyalizmin hizmetine sunulacaktır. Bu yüzden diyoruz ki: bugün Türkiye'de özerkliği savunanlar ırkçıdırlar!!! ve her küçük ırkçı yapı gibi emperyalist kuklası olmak zorundadırlar. O yüzden bazı ülkeler mandayı bağımsızlık sanıp Amerikan bayraklarıyla kutlama yaparlar...

TESEV, EŞBAŞKAN, KARAYILAN, BAYDEMİR VE AHMET TÜRK

Bu yazıya komplo teorisi diyebilecek olanlara son bir ay içindeki açıklamaları hatırlatıyorum:

TESEV: "Türk kimliği ırkçıdır. Anayasa'dan Türk vurgularının çıkartılması gerekmektedir." Yani millet ortadan kalksın yerine etnik gruplar öne çıkarılsın... Bir başka değişle esas ırkçılık hakim olsun.

EŞBAŞKAN: "Biz Afganistan'a nasıl asker gönderdiysek NATO'da Kuzey Irak'a asker göndermeli." Yani Kuzey Irak'taki kukla yapıyı NATO Türkiye'ye karşı korusu. Ayrıca biz Afganistan'a niye gittik ki?

KARAYILAN: "Silah bırakmaya hazırıç ama silahlarımızı BM devraslın ve bize güvence versin." Yani BM İkiz Yasaları çerçevesinde özerk yapıların güvenliği sağlansın.

BAYDEMİR: "Türk bayrağının yanında sarı kırmızı yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?" Yani... Buna Baydemirce bir yanıt vermeden edemeyeceğim: "has.....tir..."

AHMET TÜRK: "Demokratik Toplum Kongresi barış için silah bırakılmasını ve silahların BM gözetiminde devredilmesini istemektedir."Yani, kandil ne diyorsa o...


SON SÖZ!!!

Ey büyük milletimiz, sürgündeyim ama bu durumum Türkiye'nin önündeki süreci aktarmam için önümde bir engel değil tam tersine gerçekleri daha iyi görmem için bir fırsat. Federasyonları da biliriz, federasyon dayatmalarının sonuçlarını da... Belki bu yazımdan sonra Türkiye'ye girişimin önüne başka engellerde konacak ama artık kellemiz koltuğumuzda vuruşma zamanıdır. Lütfen bu yazıyı ulaştırabileceğiniz her yere ulaştırın ve yaygın biçimde okunmasını sağlayın... Uzun bir yazı olduğunun farkındayım ancak Türkiye'nin referandum sürecinde nasıl bir handikapın içinde olduğunu gözler önüne sermek zorundayız. Bizi lütfedip okuyan değerli okurlarımıza kalemimizin bütün çizgilerinin gücüyle tehlikeleri hatırlatmak ve bu tehlikeleri paylaşmalarını talep etmek durumundayız. Sürgündeyim, bir Türk evladı olarak Türkiye sınırlarında olalım yada olmayalım bildiğimiz tek bir gerçek vardır. Eğer Türkiye varsa bütün düyna Türkleri güvence altındadır eğer Türkiye yoksa dünya Türkleri tehdit altındadır ve bu kapsama Türkiye sınırlarından dünyaya dağılan herkes dahildir. Türkü de Kürdü de...

TEOMAN ALİLİ29 Ağustos 2010

30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!

Share .
.
.

.









29 Ağustos 2010 Pazar

Molla zihniyetine hayır!

Share
Alınan örnek açık. Asla böyle olmayız demeyin, herşey istedikleri gibi gitmeye devam ederse Türkiye'de de bu tablo görülecek. İnceleyin, araştırın. Önerilen, millet için değil kendileri için düzenlenmiş taraflı bir anayasadır. 12 Eylül'de yapılacak referandumda Recep Tayyip Erdoğan anayasasına hayır!

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bundan 67 yıl önce..

Share Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda dümen yapıldığı...

“Öğretmen”lik sınavında 120’de 120 doğru çıkaranların, cemaat-tarikat mensubu olduğu... Tesadüfe bak, karı-koca veya aynı evi paylaşan tiplerin, imkânsız skora ulaştığı... Soruların sızdırıldığı, iddia ediliyor.

*
Sene 1943.

*
Ankara Atatürk Lisesi’nin en pırıltılı iki öğrencisi -birbiriyle canciğer- devlet bursuyla yurtdışında eğitime gidebilmek için, Milli Eğitim Bakanı’nın makam odasına girerler. Bakan bakar çocuklara, “sen oğlum, fazlasıyla hak ettin, gideceksin” der... Sonra öbürüne döner, “sen oğlum, fazlasıyla hak ettin ama, gönderemem, kalacaksın” der. Çocuklar çıkar odadan...

*
“Kalan” elini cebine sokar, yıllardır biriktirdiği harçlıklarını “giden”e uzatır, al bunu lütfen, hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim der... Kucaklaşır, vedalaşır iki arkadaş.
*
Giden, Gazi Yaşargil.

*
Kalan, Can Yücel.

Milli Eğitim Bakanı’nın oğlu!

*
“Torpil yapıldı” demesinler diye, hak ettiği bursu alamayan Can, hiç kırılmaz babasına... Vekil oğlu olmak, hep ağır gelmiştir ona zaten... Protokol “portakal gibi bi şey”dir onun için, bi kez olsun binmez makam arabasına... Türkiye’nin en heyecan verici şairi olur, diliyle, zekâsıyla eşsizdir ama, bana göre en muhteşem şiiri, boyun eğmeden yaşadığı hayatının ta kendisidir... “Ömrümce muhalif yaşadım, onun için kan grubum RH negatif” der... İçeri tıkılır, kitapları toplatılır, tınmaz bile... Alnı açık yürür, Cambridge’e gitmeyi başarır.

*
Gazi, İsviçre’ye gider, Almanya’ya, oradan ABD’ye... Beyin cerrahisinde çığır açar, ordinaryüs olur, ABD’de “yüzyılın adamı” seçilir. Türkiye ise, askerlikten kaçıyor diye, vatandaşlıktan atarak ödüllendirir onu! Vatansız kalır... Sonra utanıp, Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası ve Milli Egemenlik Onur Ödülü verdiler, orası ayrı.

*
Gazi’nin oğlu olur, “Can” adını koyar...

Can’ın oğlu olur, Gazi elinden tutar, cerrah yapar... “Rengahenk” isimli kitabını Gazi’ye ithaf eder Can, “Beynin Piri Reis’i” der arkadaşı için.

*
Ve, son nefesini verirken, ABD’den gelen oğlu, kulağına eğilir Can’ın, “Gazi’nin selamı var, seni çok seviyor” der... Can’ın duyduğu son sözlerdir bunlar, gülümser, kapatır gözlerini.


*
Aynı dakikalarda, binlerce kilometre uzakta, Can’dan gelen paketi açar Gazi... Arkadaşının son eseri “Mekânım Datça Olsun” isimli kitap çıkar içinden... Açar kapağını, bakar ilk sayfasına ve ağlayarak okur, son el yazısını: “Gazi, gözümün bebeği, giderayak...”

*
Offf, of.

*
Öz oğluna bile hak ettiğini vermeye utanan Milli Eğitim terbiyesinden... Torpille, tezgâhla, şaibeyle kaynamaktan utanmayan Milli Eğitim zihniyetine.
*
Dönem arkadaşına cebindeki parayı, üstüne yüreğini çıkarıp veren pırıl pırıl öğretmen oğlundan... Dönem arkadaşının cebindeki parayı, geleceğini çalan ahlaksız öğretmen bozuntusuna.
*
Değerli öğretmen adayları...“Her Şey Sende Gizli” şiirinde şöyle der Can:

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme, bil ki...

Ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi...


*
Sakın bitti sanma...

Her şey sende gizli.

Boyun eğme asla.

Cumhuriyet’e sahip çık.




- YILMAZ ÖZDİL

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Anında görüntü!

Share .
.

“PKK itirafçısı” gazetelere konuştu, o albay 8 kişiyi öldürüp gömdü dedi, o albaya “anında” 8 defa müebbetle dava açıldı; PKK’yla çatışırken vurulup tekerlekli sandalyeye mahkûm olan onur madalyalı o albay, onuruna yediremedi, kendi canına kıydı...

“PKK itirafçısı” Kızıltepe’de öldürülen albayı aslında öbür albay öldürttü dedi, cinayetle suçlanan albaya “anında” 9 defa müebbet istendi... “PKK itirafçısı” kitabevine bombayı atanlar şunlar şunlardır dedi, şunlar şunlar denilen astsubaylar “anında” hapse tıkıldı... “PKK itirafçısı” o albay bizi koruyor dedi, o albay “anında” tutuklandı... “İtirafçı gizli tanık” her şey onun başının altından çıkıyor dedi, Başsavcı “anında” içeri atıldı... “İtirafçı gizli tanık” orgeneral darbe yapacak dedi, orgeneral “anında” sanık oldu... “İtirafçı gizli tanık” bunlar çete dedi, gazeteciler profesörler rektörler sendikacılar generaller doooğru Silivri’ye... Hava Kuvvetleri Komutanı’na “İtirafçı ol, kurtul” teklifi yapıldı... “PKK itirafçısı” Genelkurmay Başkanı’nın oğluyla kankayım, tayinlerde bize kıyak yapıyor dedi, vaaaayyy diye 9 sütuna manşet yapıldı, sonra aynı itirafçı çıkıp, yazılanların hepsi yalan dedi, tek sütun haber bile yapılmadı... “İtirafçı gizli tanık” mektup yazdı, bunlar aslında PKK’lı, amirallere suikast yapacaklar dedi, yarbay kendi kafasına sıktı, Karşıyaka Mezarlığı’na, teğmenler “anında” demir parmaklıkların arkasına, Hasdal Cezaevi’ne... “PKK itirafçısı” tuğgenerali bi asker öldürdü, öldüren askeri de bi başka asker öldürdü, neden öldürdüklerini öğrenemedim, araştırıyorum dedi, o dönemin bütün subayları “anında” sorguya alındı.

*

“PKK elebaşısı” Murat Karayılan, “Öcalan’la konuştular, ateşkes ilan ettik. Aslında Öcalan aradan çekilmişti, karşı taraftan diyalog talebi gelince, önderimiz bir fırsat daha verdi” dedi.

*

AKP “anında” açıklama yaptı.

“Külliyen yalan” dedi.

“Provokatör bu” dedi.

Yılmaz ÖZDİL
21 Ağustos 2010
yozdil@hurriyet.com.tr

Geleceğimiz için referandumda "HAYIR" diyeceğiz!

Share ..
..

.

Katil Öcalan Hızını Alamadı Katalan Meclisi İstedi

Share ‘Kürtler ibadet eder gibi demokratik özerkliğe çalışmalı’

Öcalan, avukatları aracılığı ile örgüte ve yandaşlarına mesaj gönderdi.

Özerklik konusunda Katalan örneğini veren Öcalan, “Ya Meclis olur, ya da halkın bir kongresi. Katalanlar bir proje hazırlayıp sundu. İspanya Anayasa Mahkemesi de onayladı. Özerklik projesi böyle somutlaştırılmalı” dedi

İMRALI’da çarptırıldığı ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın avukatları aracılığı ile örgüte, “Kürtler ibadet eder gibi demokratik özerklik üzerinde çalışmalı. Demokratik özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir” mesajı gönderdiği ileri sürüldü.PKK çizgisindeki bazı internet sitelerinde yer alan yazılarda, Abdullah Öcalan’ın Çarşamba günü avukatlarıyla yaptığı görüşmede verdiği ileri sürülen mesajları yer aldı. Öcalan, hem PKK’nın gizli şehir yapılanması olan Kürdistan Topluluklar Birliği Türkiye Meclisi’nin (KCK/TM), hem de devletin zorlanması üzerine tüm yükün kendi omuzlarına yıkıldığını söyledi.

‘Referandum suni gündem’

Kürtlerin gerçek gündeminin ‘demokratik özerklik’ olduğunu kaydeden Öcalan’ın, “Bu referandum Kürtlerin gündemini değiştirmek için ön plana çıkarılıyor, suni bir gündemdir ” dediği ayrıca tanınmış kişilere provokasyonlar olabileceği yönünde uyarıda bulunduğu belirtildi.

Abdullah Öcalan ‘demokratik özerklik’ tarifi yaparken “Demokratik ulus bir ruh ise demokratik özerklik bedendir. Demokratik özerklik, demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış, bedenleşmiş halidir” dedi.

‘Ekmek ve sudan önemli’

‘Demokratik özerklik’ konusunu İspanya’da Katalanların da tartıştığını kaydeden Öcalan, “Bu özerklik konusunda bir proje hazırlayıp sundular. İspanya Anayasa Mahkemesi de bu projeyi birkaç noktası hariç onayladı. Demokratik özerklik projesini somutlaştırmalı, somut bir şekle getirmelidir. Çok tartışsınlar, gece gündüz ibadet eder gibi ekmek su kadar lazım olan bu demokratik özerklik projesi üzerinde çalışmalıdırlar. Belki bazen aç kalınabilir, az yenilip az içilebilir ama demokratik özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir” ifadelerini kullandı.


Öcalan’a göre ‘demokratik özerklik’

*Siyasi Boyutu: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre Demokratik Toplum Kongresi’dir.

* Hukuki Boyutu: Demokratik özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Katalanlar bunu ‘status’ olarak ifade ediyorlar. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak? Bu belirlenerek Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalarla demokratik özerkliğin çerçevesi içeriği belirlenir.

* Ekonomik Boyutu: Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir, onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi oluşturur.

* Kültürel Boyutu: Kürtçenin Türkçe ile ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmalıdır, bunlar tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı tam olarak nasıl aşabilir, bunu da bolca tartışıp, bilince çıkarmalı ve kültürel soykırımı aşmalıdır.

* Öz savunma boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapılanmayı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasını ifade eder. Mesela askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Korucular nasıl lağvedilecek bunlar tartışılmalıdır.

* Dİplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomasi boyutu bunu karşılar.”

www.gazetevatan.com
20.08.2010

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Katillerin Demokratik Özerklik Hayali

Share

Bir hafta önce Baydemir, önceki gün Karayılan ‘Özerklik’ dedi. DTK da dün ’Demokratik Özerklik’ konusunun tartıştışıldığı olağan kongresini Diyarbakır’da topladı. BDP kongreye tam kadro katıldı

Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) ‘Demokratik Özerklik’ konusunu tartışmak üzere 2 gün sürecek olağan kongresi dün Diyarbakır’da başladı. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Başdemir 1 hafta önce konuyu gündeme taşımış, tartışmalara neden olmuştu. PKK liderlerinden Murat Karayılan da önceki gün gelecek hafta özerklikle ilgili önemli bir açıklama yapacağını duyurmuştu. PKK’nın özerklik karşılığında ilah bırakibeleceği tahminleri yapılmıştı. BDP İl binasında yapılan toplantıya BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı eski Genel Başkanı Ahmet Türk, siyasi yasaklı eski milletvekili Aysel Tuğluk, BDP’li milletvekilleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DEP’in eski Milletvekili Leyla Zana da katıldı.

DTK Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Genç, PKK’nın şimdiye kadar 17 kez ateşkes ve eylemsizlik kararı aldığını belirterek, “Referanduma hazırlanan Türkiye’de tehlikeli eşiğin aşılması gerekir. Demokratik çözüm ve barışa kapı aralamak için, artık silah yerine diyalog ve müzakere ile çözümün önünün açılması için bir şansa daha itiyaç olduğunu düşünüyoruz” dedi. Genç, Baydemir’in geçen hafta Tunceli’de gündeme getirdiği özerklik konusuna değinirken, şöyle konuştu:

‘Tek somut öneri’
“Eldeki tek somut çözüm önerisi olarak duran ve Türkiye’yi birleştirme ve demokratikleştirme projesi olarak tartışmaya açılan ‘demokratik özerklik’ talebi, bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olanlarca, ‘bölme projesi’ olarak sunulmakta, üniter yapıyı bozacağı iddia edilmektedir. Oysa demokratik özerklik önerisinin tam 90 yıllık tarihi sözkonusudur. Arapça karşılığı muhtariyet olan özerkliği Kürt sorununda çözüm formülü olarak ortaya atan ve böyle uygulayacaklarını ilk söyleyen kişi de Mustafa Kemal Atatatürk’tür. Bugün Kürtler’in dillendirdiği bu çözüm önerisini Atatürk’ün kurduğu ülkeyi korumak adına hareket edenlerin suç sözcüğü haline getirmesi, Türkiye’nin kurucu tarihi ve liderine ne denli yabancılaştığının da göstergesidir. Öneriyi tehdit olarak değerlendirenlerin, Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik verilmesine yönelik yaptığı açıklamalara bakmalarını öneriyorum.”

‘1921’in temel ilkesi’
Genç, 1921 Anayasası’nın temel ilkesinin ‘özerklik’ olduğunu öne sürerek Cumhuriyet ilanından sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası’nın demokratik özü terk ederek, katı merkeziyetçi idare anlayışını benimsediğini, ondan sonra çıkan Kürt isyanları dahil siyasi sorunların da kaynağını teşkil ettiğini iddia etti. İlk Büyük Millet Meclisi’nin Kürtler’e özerkliği resmen verdiğini öne süren Genç, “İngiliz ve Fransız arşivlerine göre 10 Şubat 1922’de Meclis’te yapılan gizli oturumda Kürtler’e özerklik tanıyan yasanın kabul edildiğinden söz edilir” diye konuştu.

Toplantıda ölen PKK’lılar için saygı duruşunda bulunuldu. Leyla Zana da bir süredir ilk kez bir toplantıya kaldı.

www.gazetevatan.com
08.08.2010

25 Temmuz 2010 Pazar

ÇOCUKLUĞUMUZDA...

Share
ÇOCUKLUĞUMUZDA...

Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babanım bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine gidip gelen (...ki;sadece çişi gelen giderdi evine)elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.

Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz...

Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında 'vale'lerin, 'bady'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder..
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa birileri mi böyle istedi?..
'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi?

26 Haziran 2010 Cumartesi

Uyanın!

Share




Ya da.. İyi uykular!

25 Haziran 2010 Cuma

BDP ‘özerklik’ istiyor

Share BDP’li Belediye Başkanları ve il genel meclisi üyelerinin katıldığı toplantıdan yeni kararlar çıktı

Diyarbakır’da geçen hafta gerçekleştirilen BDP’li Belediye Başkanları ve il genel meclisi üyelerinin katıldığı toplantıdan, “özerk yönetim için” harekete geçme kararı çıktı. Toplantı sonunda yayınlanan bildiride Türkiye’nin Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu çekincelerin kaldırılması için mücadele kararı alındı. 7 il, 51 ilçe ve 40 belediye başkanlığını elinde bulunduran BDP’nin Grup Başkanvekili Bengi Yıldız da, Avrupa’daki demokratik özerklik uygulamalarını örnek göstererek, bu talebi savundu.

Yıldız, “Biz bu ülkeyi bölmek istiyoruz, bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyoruz” gibi bir söylemlerinin olmadığını ancak demokratik özerkliği istediklerini, Kürtlerin kendi kendini yönetmesi gerektiğini savunduklarını söyledi. Partisinin ortaya koyduğu demokratik özerklik projesinin, etnik bir demokratik özerklik projesi olmadığını kaydeden Yıldız, bir gazetecinin, “oraya gidiyor” sözleri üzerine, “Nereye gideceğine siz karar veriyorsunuz. Siz niyet okuyorsunuz. ’Oraya giderse bağımsız bir devlete de gider’ diyorsunuz. Avrupa’da demokratik özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi o ülkeleri bölmüş mü, güçlendirmiş mi?” dedi. Bengi Yıldız, “Bir toplum aldığı kararlarda söz ve yetki sahibi olduğunda, kendine güveni gelir, başka arayışların içerisine girmez” şeklinde konuştu.

www.gazetevatan.com
23.06.2010