27 Şubat 2010 Cumartesi

Share

KAZ... herbir harfine katılıyorum...

Ben dürüst, hiç kanuni suç işlememiş, vergisini muntazam ödeyen, trafik kuralları dahil her türlü kanun ve kurala uyan bir vatandaşım. Bir şahsa hakaretim bile yoktur. Ama başkaları tecavüz ediyor, alkollü araba kullanıp sakat bırakıyor, insan öldürüyor, hırsızlık yapıyor.v.s. Ben onları vergimle hapishanede besliyorum ve çıktıklarındada mutlaka onlara iş veriyorum, ayrıca aramıza alıyorum ki tekrar tecavüz etsinler, sakat bıraksınlar, öldürsünler.

Ben de düşünüyorum, aklediyorum ve sistemde yanlışlar buluyorum. Sivil Toplum Kuruluşlarıyla çalışıyorum, yazıyorum, oy veriyorum. Ama başkaları bölüyor, dağa çıkıyor, bomba at ıyor, ağlamayana meme yok diye kırıyor, döküyor ve öldürmeye devam ediyor. Ben onların maaşını ödüyorum, liderlerini besliyorum ve kardeşlerimi öldürdüğü için affetmeye zorlanıyorum.

Ben tek çocuk sahibiyim. Doğuramadığım için değil. Sevgimi, ilgimi, bilgimi ve maddi gücümü en iyi şekilde bu insana yatırıp, onu onlarca insana bedel, akıllı, manevi değerler üretebilen ve yaşatabilen, kutsal sisteme saygılı bir insan yapmak istediğim için. Ama başkaları 10’larca çocuk dünyaya getiriyor. Korunamadıkları için değil. Sayısal üstünlük sağlamak için. Sevmiyorlar, ilgilenmiyorlar. O çocuk dağa çıkıyor, o çocuk kapkaç yapıyor, o çocuk tinerci oluyor, o çocuk okumadığı için özgür olamıyor ağasın a maraba oluyor yada bakamadıkları için dedesi yaşındaki birisine 13 yaşında satılıyor ve 14 yaşında oda doğurmaya başlıyor. Sonra benden o insanlara merhamet duymamı ve benden alınan vergiler onları beslemeye yetmediği için ayrıca çocuklarını okutmamı istiyorlar. Ben marabaların kızlarını okutayım ki ağaları kendi kızlarına kilolarca altın takılan 40 gün 40 gece düğünler yapabilsin. Evlerini ısıtıyorlar benim vergilerimle yada kimbilir o kömürleri satıp sigara pa rası yapıyorlar. Oysa ben bu kış zamlı doğalgazı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum. Onlar 10’ar 10’ar doğurduğu için işsiz kalıyorlar ve batıdaki fabrikaları doğuya taşımaya zorluyorlar. Öyle ya merhamet etmek lazım. Batıdakiler işsiz kalsada olur malum onların sesi çıkmaz. Oysa toprak reformu, aşiretleri çözmek kimsenin işine gelmiyor. Çünkü oy için 10 000 insanı ikna etmek kolay değildir ama ağasını ikna etmek kolaydır. 

Ben daha maaşımı almadan vergim kesiliyor. Ama başkaları vergi ödemiyor ve sıksık affediliyor. Benim maaşım belli. Ama stadyumda sünnet düğünü yapanın geliri nasılsa belli değil. Oysa biz evlendiğimizde düğün bile yapamadık. 

Biz evlendiğimizde alacağımız mobilyalarla doğaya zarar vermişizdir endişesi ile nikaha gelen herkese şeker yerine yüzlerce ağaç fidanı dağıttık, doğadan aldığımızı doğaya geri verelim diye. Ama başkaları ormanı yakıp yerine ev yaptılar, sattılar, kiraladılar, zengin oldular ve 2B ile affoldular.

Benim babam ev alabilmek için 12 sene aynı işçi parkası ve pençeli ayakkabısı ile gezdi Çok şükür şimdi evleri var. Ama başkalarının babası devletin arazisi üzerine gecekondu yaptı şimdi müteahhite sattı ve bir sitede 60 dairesi var.

Ben dişimi fırçalarken suyu devamlı kapatıyorum. Meyve yıkadığım suyla balkonu yıkıyorum..v.s. Malum suyu israf etmeyeceğiz ya... Ama başkaları golf sahaları yapıp çimleri için tonlarca su kullanıyor. Yada bir yerlerde kaçak kullanıp para vermiyorlar.

Ben bakanımızında tavsiyesine uyarak saçımı havluyla kuruluyorum. Ayrıca Maliye bakanımızın kızına katkısı olsun diye evlerimizi tasarruflu ampullerle donatıyoruz. A+ makinelerimiz var. Ama başkaları kaçak elektrik kullanıyor ve faturalarını ben ödüyorum. 
Ben sağlık sigortamı istemesem bile ödüyorum. Ama başkaları yeşil kartla gidip benim paramla muayene oluyorlar. Gerçekten ihtiyacı olana son kuruşuna kadar helal olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor ? 

Ben sabrediyorum, bir yaratıcının var olduğuna bunların bir imtahan olduğuna inanıyorum. Ben doğru yol, iyi iş (salih amel) den hedef ne olursa hiç bir gerekçe ile (cihad, takiye..vs) her ne olursa olsun taviz vermiyorum. Ama onlar takiye diyor, cihad diyor, bu daha iyi diyor, uyduruyor, dinimi bölüyor, kullanıyor. 

Vergimle bakılan cami de, vergimle beslenen imamın arkasında başım açık olduğu için namaz kılamıyorum.Oysa sadece Yaratıcınınn çağrısına uyup bir iman eden olarak Cuma namazlarında kardeşlerimle sorunlarımı paylaşmak istiyorum. Ama onlardan bazıları ritüel (adet) diyor, bazıları günah diyor, ellerinde başörtüleri ile gelip cami kapısında bekleyip bizi riyaya zorluyor, kendilerinde bizi camiden atma yetkisi olduğunu söylüyorlar. Yetkilerini Memur oldukları hükümetten alıyorlar, demek hükümet öyle istemiş diyorum. Rabbim istemez çünkü biliyorum Ama çok şükür onun bana şah damarımdan daha yakın olduğunu, camide olmadığını da biliyorum. Yinede keşke demekten kendimi alamıyorum.

Öyle uzunki bu liste... Biliyorum uzun yazıları okumayı sevmiyorsunuz. Her türlü adaletsizliğe rağmen doğru bildiğim yoldan asla dönmeyeceğim. Çok sevdiğim bir fıkra ile bitireyim

Adamın biri dünyada hiç kimseye bir kötülük yapmamış, her türlü kurala uymuş, içmemiş, zina yapmamış, uyuşturucu kullanmamış, kimseyi pataklamamış. Neyse bir gün ölmüş büyük bir sevinç ve beklenti ile sorgu meleğinin önüne gelmiş
melek sormuş : içmemişsin 
Adam : evet
Melek : Kimseye el bi le kaldırmamışsın
Adam: evet
Melek : Kendi karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın 
Adam : evet
Onlarca sorudan sonra sorgu meleği yanındaki meleğe dönerek : bir çift kanat getirin
Adam heyecanla : Melek oluyorum değilmi?
Melek : hayır kaz oluyorsun

Fıkradır ama doğruyu söylemek gerekirse korkum kaz olmaktır.

O.A.S tan alınmıştır 

26 Şubat 2010 Cuma

TEKEL resmen yağmalanıyor

Share
Vatan gazetesi yazarlarından Necati Doğru, şok bir iddiayı ortaya attı :
 
TEKEL'e ait taşınmazların iktidar yanlısı vakıflara "peşkeş" çekildiğini öne süren Doğru, Unkapanı'ndaki TEKEL Merkez Binası'ndan sonra Kartal'daki TEKEL'e ait sigara fabrikasının 29 bin dönümlük arsasının bir vakfa bedelsiz olarak tahsis edildiğini iddia etti.
Bu konuyu köşesinde, "TEKEL'in altın binasından sonra pırlanta arsası!" başığıyla ele alan Doğru, şunları yazdı;
"Belge sana gelmiyorsa sen belgeye git. Ben de kalktım, belgeyi bulmaya Ankara’ya ve Kartal Cevizli’ye gittim.
Belgeleri buldum.
Gereğini yaptım; yüksek rantlar yaratabilecek potansiyele sahip bu şehir arsasının; uzansan Marmara’nın “Prens Adaları”nı (Büyükada, Heybeliada, Burgaz, Kınalı...) tutacakmışsın gibi durduğunu, gittim çıplak gözle de gördüm.
Üzgünüm!
Yine aynı zamanlama.
Yine aynı model.
Yine “kamu yararı” edebiyatı!
Yine aynı hibe!
Yine aynı tahsis!
Tekel’in Unkapanı’ndaki altın değerinde 3 bin metrekare arazi üzerinde 2 bin 500 metrekarelik 5 katlı binasından sonra TEKEL’in Kartal Cevizli’deki sigara fabrikasının 29 bin dönümlük (292 bin metrekare) pırlanta arsası da iktidara yakın bir vakfa “üzerinde üniversite kursun” diye tahsis edildi.
TEKEL devletindi.
TEKEL yabancıya satıldı.
Arsa elde kaldı.
Arsa milletin malıdır.
TEKEL işçileri Ankara’nın ayazında, kışında ve karında, benzin buharı sinmiş ağır havasında “fabrikalarımızı sattınız, bizim de işimizi aşımızı elimizden almayınız” diyerek ölüm oruçlarına yatmadan önce milletin malı olan arsa ihalesiz, habersiz, iktidara yakın bir vakfa aktarılınca insan doğal olarak merak ediyor.
Nerede bu arsa?
Bu arsa değil!
Bu bir pırlanta!
İstanbul’un Anadolu yakasındaki pırlanta arsası; TEKEL’in Kartal Cevizli’deki sigara fabrikasının, ambalaj fabrikasının, puro fabrikasının, lojmanlarının, kreşlerinin, futbol, basketbol sahaları, yüzme havuzlarının, konukevinin, Araştırma Enstitüsü’nün içinde yer aldığı toplamı 46 bin dönüm (460 bin metrekare) arazinin 29 bin dönümlük (296 bin metrekare) bölümü, üzerinde sadece 4 bin 100 ağaç fakat hiçbir yapı olmayan boş yemyeşil şehir toprağıdır.
Toplam alan:
460 bin metrekare.
Pırlanta alan:
296 bin metrekare.
Bu pırlantayı; Özelleştirme Yüksek Kurulu, (Başbakan Tayyip Erdoğan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Devlet Bakanı Ai Babacan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz) 28 Kasım 2008 tarihinde Özelleştirme İdaresi’nden alıp Maliye Bakanlığı’na “hibe etme” kararı verdi. Pırlanta mülk bir kararla, bir gecede Özelleştirme’nin sahipliğinden çıktı, Maliye’nin mülkiyetine geçti. Maliye Bakanlığı da kendisine hibe edilen bu pırlantayı; 9 Şubat 2009 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi adına “irtifak hakkı” tahsisi yoluyla yıllığı 1 milyon 600 bin TL bedelle 49 yıllığına kiralayıverdi.
Kimindir bu üniversite?
Aslında ortada üniversite yok.
Kuracak olanın adı var.
Şanı, şöhreti, yakınlığı var.
Kuracak olan, Bilim ve Sanat Vakfı’nın (BİSAV) internet sitesinde yer alan yazılardan anlıyoruz ki; vakfın şimdiki Başkanı, iktidar yanlısı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mustafa Özel’dir ve vakfın Mustafa Özel’den önceki başkanı ise Başbakan Tayyip Erdoğan’a önce dış politika danışmanlığı yapan şimdi de Dışişleri Bakanı olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’dur.
Önce hibeleme!
Sonra tahsisleme!
Sonra binaları yapmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’inden imar izni isteme...
Ne dersiniz?
Hep tutan tahmininiz nedir?
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi oy çoğunluğu ile bu pırlanta araziye “080 emsalle toplam 240 bin metrekare bina yapmaya” imar izni vermiş midir? TEKEL’in Cevizli’de elde kalan ve her yapısı üniversite binası olmaya çok uygun; sigara fabrikası, ambalaj fabrikası, puro fabrikası, lojmanlar, konukevleri, spor tesisleri, araştırma enstitüsü binaları hazır varken ve boşa çıkmış duruyorken iktidara yakın Bilim ve Sanat Vakfı, niçin o binaları istemedi de güzelim ağaçlarla kaplı pırlanta araziye göz dikti ve onu aldı?
Takibini yapacağım.
Bunu yazmazsak ne yazacağız?"

25 Şubat 2010 Perşembe

Bu Bir Düşman Operasyonudur!

Share

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Cengiz:
Bu Bir Düşman Operasyonudur!

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Cengiz, bugün (24 Şubat 2010) İstanbul’da yaptığı basın toplantısında, Kuvvet Komutanları ve subayların gözaltına alınmasını ve Türk Ordusuna yönelik operasyonu değerlendirdi. Cengiz, açıklamasında özetle şunları söyledi:

Türk Ordusu, iç cepheden ve BOP Eşbaşkanlığının ihanet mevzilerinden vurulmaktadır. Yaşanan olay budur!
TSK, bugün tek kurşun atmadan dünya tarihinde en büyük komutan zayiatını vermiş bir ordu durumuna düşürülmüştür.
Türk Ordusu, bütünüyle bir zanlı, şüpheli ordu haline getirilmiştir.
Artık marşlar, “Ey Zanlı Ordu, Ey Zanlı Asker” diye söylenecektir.
Bu, Türk Ordusuna karşı Birinci Dünya Savaşı işgal yıllarından sonra yapılan en kapsamlı düşman operasyonudur.
Bir kere daha söylüyoruz: Bu bir Düşman Operasyonudur!
Bu Düşman Operasyonu’na;
Hukuk Devleti”,
Yargı Çözer” gibi püsküller takmak, bir hukuk rezaletidir!
Bunlar, televizyonlarda dile getirilen gevezeliklerdir, safsatadır.
Düşman bize bunu, “Hukuk Devleti”, “Yargı Çözer” yalanları ile yutturmaya çalışıyor.
Bu Düşman Operasyonu, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı, AKP’nin “Demokratik Açılım Süreci” başlıklı broşürde itiraf ediliyor.
Broşürde şöyle deniliyor;
Gerekli hallerde farklı mahallerde özel amaçlarla sorgulama ve yargılama yapılabilir. Şu anda Ergenekon davasının Silivri’de görülmesi… bunun en tipik örneklerindendir.” (s. 126).
            Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın imzasını taşıyan bu itiraf, yürütülmekte olan operasyonun niteliğini de göstermektedir.
            Yani AKP ve Hükümet, “Ergenekon” ya da “Balyoz operasyonu” adı altında sürdürülen soruşturma ve yargılamaların “özel amaçlı” olduğunu, mahkemelerin “özel amaçla” oluşturulduğunu söylemektedir. Bütün soruşturma ve kovuşturmaların Beşiktaş merkezli yürütülüyor olması da bunu göstermektedir.  
            Bu hepimiz için, bütün Türk hukukçuları için, Türk Yargısı için bir namus meselesidir.
            Zaten Türk Yargısı isyan etmiştir. Yargı, Hükümetin, yargıç ve savcılara yaptığı zulme isyan ediyor! Bu zulme boyun eğenlere de isyan ediyor!
 “Kuvvayi İnzibatiye” karargâha girmiştir. Bu kabul edilemez.
Bu hükümet gayrı meşrudur!
Boyunlarında Anayasa Mahkemesi’nin hükmü vardır.  Bu hükümde “Cumhuriyet karşıtı faaliyetlerin odağı” oldukları yazılıdır.
Yükselen halk hareketi gayrimeşru AKP hükümetini yıkacaktır!

24 Şubat 2010 Çarşamba

Her şey vatan için!

Share Ayaklarına giderler...

- Kimsiniz?

- PKK’lıyım.

- Örgütten ayrılıp geldiniz demek ki...

- Hayır, ayrılmadım.

- Pişmansınız yani...

- Yo-oo, değilim.

- Yaz kızım, tahliyesine...

*

Ayaklarına getirirler...

- Kimsiniz?

- Kuvvet komutanıyım.

- Örgüt kurmuşsunuz...

- Saçmalamayın.

- Yaz kızım, tutuklanmasına...

*

Ya da şöyle anlatalım.

*

İbrahim Fırtına, pilot, orgeneral, Harp Akademileri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, millete 45 sene hizmet etti, evi basıldı.

*

Özden Örnek, kaptan, oramiral, Donanma Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, devlete 45 sene hizmet etti, evi basıldı.

*

Çetin Doğan, topçu, orgeneral, Jandarma Asayiş, Ege Ordu, 1’inci Ordu Komutanı, üstün hizmet madalyası, üstün cesaret madalyası sahibi, ömrünün 43 senesini verdi, evi basıldı.

*

Ergin Saygun, topçu, orgeneral, Genelkurmay 2’nci Başkanı, 1’inci Ordu Komutanı, üstün hizmet madalyası, Kıbrıs liyakat madalyası sahibi, 42 senelik onurlu hizmet geçmişi var, evi basıldı.

*

Engin Alan, komando, korgeneral, Öcalan’ın Şemdin Sakık’ın yakalanması sırasında Özel Kuvvetler Komutanı, madalya koleksiyonu var, efsane, hayatını ortaya koydu, evi basıldı.

*

PKK’lılar serbest...
Öbürleri nerede?
Emniyet Müdürlüğü’nde.
Peki, Emniyet Müdürlüğü nerede?
Vatan Caddesi’nde.

*

E boşuna demiyorlar...
Her şey vatan için!

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
24 Şubat 2010

23 Şubat 2010 Salı

Gözaltına Almak Yetmez!

Share GÖZALTINA   ALMAK  YETMEZ:
İhbarı yapan kim; Mehmet Baransu-  Taraf Gazetesi Muhabiri- Zaman Grubuna ait Aksiyon Dergisi eski muhabiri, Kürt kökenli bir aileye mensup. 4yıl ABD’de kaldı. Belgeler bavulla kendisine geliyor. Fakat bavulla belge getirenleri tanımıyor. Yasemin Çongar’ın CIA çalışanı olan eşi ile ABD’den dost.
İhbarı Yayınlayan kim: Taraf Gazetesi. Devlet ve Ordu düşmanı haberlerin sürekli olarak verildiği, ekonomik kaynağının  ve zararların  karşılanmasının bazı cemaatler ve dış kaynaklı fonlar tarafından karşılandığı gazete. Çetin Altan’ın oğlanlarından birinin Genel Yayın Yönetmeni, CIA çalışanı eşinin Yardımcısı olduğu  iki kişi tarafından yönetilen yayın organı.
Gözaltı’na Alma Kararını verenler kim: Adına Ergenekon denen davanın Savcıları. Bu Savcıların uygulamalarından şikayet eden hukuk adamlarının ortak talebi nedir? Tutuklamaların cezaya dönmesi ve insanların haksız yere, uzun süre cezaevinde tutuklu kalmaları. Şu örnek veriliyor: Bir şüphelinin evinde bulunan 150 yıllık antika tüfek yanlışlıkla!  Otomatik ağır silah diye yazılmış, mahkeme sürecinde doğrunun anlaşılması, bilirkişi raporu derken gerçek 1 yıl sonra anlaşılıyor ve adam boşu boşuna 1 yıl yatıyor. Peki bu Savcıların uygulamaları ile ilgili olarak HSYK’na şikayet var mı? Yüzlerce var. Bu şikayetleri yürürlüğe koymayan makam neresi? Ali Dibo şaibesi ile suçlanan Sadullah Ergin’in başında bulunduğu Adalet Bakanlığı.
Gözaltına Alınanlar kim: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı, Eski 1.Ordu Komutanı, Korgeneraller, Tümgeneraller, Albaylar ve diğerleri. Toplam 49 kişi. Dönemin Genel Kurmay Başkanı kim: Orgeneral Hilmi Özkök. (Savcıların ayağına gidip, beraberce köfte yedikleri komutan). Bu iddia edilenler gerçekse, Hilmi Özkök ne iş yaparmış o zaman? Anlatsana Hocam!
Gözaltına alınanlar arasında kelimenin tam anlamıyla “CUK” oturan bir isim var. Emekli Korgeneral Engin Alan. Apo denen pisliği kulağından tutup, yakalayıp getiren komutan. Nasıl yakalarsın sen Kürtçü- Bölücü İsyan Hareketinin Elebaşısını, kimsin sen, dercesine Alan Paşa’da gözaltında.

Ne ile Suçlanıyorlar: Hükümeti yıkmak için, Camileri bombalamak, kendi uçağını düşürmek, 200 bin kişiyi stadlara toplamak, vs.
Gözaltılar ne zaman oluyor: HSYK’nun Erzurum daki özel yetkili Savcıların, yetkilerini aldığı günün ertesi ve dosyanın tekrar Erzurum’a  gönderildiği  aynı gün.
Bu Dosya Hakkında GİZLİLİK Kararı var mı: Hayır yok. Komutanların Adliye’ye gelişlerinin resimlerinin servis edilmelerinden, sorgu sırasında söylenenlerin Avukatlardan evvel,dinci basına servis edilmesine kadar her şey sonsuz bir özgürlük ortamı içinde geçiyor. Peki Deniz Feneri denen Sadaka dolandırıcılığı davasından neden haber alamıyoruz? GİZLİLİK Kararı var! Ama bu bir hırsızlık davası, neden gizli olsun? Ordunuzu teslim ettiğiniz Generallerin Haysiyetlerinin toplamı, bir tane ZAHİD AKMAN  eder mi? AKP adaletine göre etmez. Sevsinler senin adaletini.
Türkiye’yi Kim Yönetiyor, Demokrasi’yi kim Savunuyor: Türkiye’yi, Anayasa Mahkemesi tarafından, Lâiklik karşıtı eylemlerin odağı kabul edilmiş ve mahkûm edilmiş AKP’nin içinden çıkan bir hükümet yönetiyor. Başta Başbakan olmak üzere, AKP Grubunun üçte ikisi hakkında çeşitli suçlardan oluşan dokunulmazlıkları kaldırma talebi var. Bunlar “zimmet-dolandırıcılık-ihaleye fesat karıştırmak gibi dosyalardır. Türkiye’de Tarikatlar faaliyette midir? Bunlar Hükümette ve Devlet kadrolarını ele geçirmede etkin midirler? Medya’da organize midirler? Demokrasi’yi bunlar mı savunmaktadır? Evet Tarikatlar  yasal olarak yasak olmasına rağmen fiili olarak faaliyettedirler. Hükümette son derece etkilidirler. Devleti en hassas kurumlarına kadar ele geçirmişlerdir. Demokrasi’nin nimetlerinden yararlanarak, demokrasiyi boğup, İslam Cumhuriyetini kurmak istemektedirler. Anayasa’daki Cumhuriyeti korumak için and içmiş CUMHURİYETİN SAVCILARI bunları görmez mi?   Herhalde görmek istemiyorlar.
Peki bunlar TSK’nin başına neden gelir: Bu, ABD tarafından kurgulanan, senaryosu yazılan ve zavallı piyonların figüranlığını yaptığı bir oyunun sonucudur. ABD ve kuklaları bu oyunda başarılı olabilirler mi?  Elbette ki hayır. Biz Atatürkçüler bu oyunu nasıl bozacağımızı çok iyi biliyoruz. Sanılmasın ki sessizliğimiz çekindiğimiz içindir. Nereye kadar cüret edebileceklerini öğrenmeye çalışıyoruz. Sonrasını hep beraber göreceğiz.
 Bu yazıyı Pazartesi öğleden sonra yazıyordum. İçimden bir şey eksikmiş gibi bir his geçiyordu. CNN Türk Televizyonunu açınca o eksik tamamlandı. Cengiz Candar ve Hasan Cemal yan yana oturmuşlar karşılarında daha dün basına tüküren “LAMA BÜLENT” , ağızlar fiyonk olmuş, yapılan operasyonların,”Değişen Devletin Olumlu Sancıları” olduğunu söylüyorlardı. Bülent Bey siyasi bir kişi. Nasılsa hesabını verecek. Ya diğer ikisine ne demeli. Onlara değil, onlara o mikrofonu veren Aydın Doğan’a söylemek lazım. Söyleyelim mi? Peki; Aydın Bey duydum ki Umre’ye gitmişsiniz. Ama Milletin sizin için söylediklerini duysanız, değil bir defa umreye gitmek, oradan hiç gelmezsiniz.
Ey  AKP Yönetimi, elinden geleni ardına koyma, gözaltına almak yetmez, zindanlara da atsan Türk Milleti, Komutanlarına yaptıklarının hesabını SANDIKTA senden soracak. Sonra da Türk Adaleti çuvalı dibinden tutup silkeleyecek. Seyreyle o zaman gümbürtüyü..
Sağlık ve başarı dileklerimle,    
23. Şubat. 2010

Rifat Serdaroğlu
Eski Sağlık ve Devlet Bakanı

rifatserdaroglu@gmail.com
rifatserdaroglu@superonline.com

0 532 2110011

Maraton’da sona doğru!

Share
Mustafa Mutlu
Yazara ulaşmak için : mmutlu@gazetevatan. com

Maraton’da sona doğru!
Yaklaşık iki yıl önce “Ayda en az bir kez okuduğum sözler” başlıklı bir yazı yazmıştım...

O sözler Fethullah Gülen’e aitti ve onun ABD’ye gitmesine neden olmuştu.

Aynen şunları söylüyordu Fethullah Gülen:

“Adliye’de, Mülkiye’de mevcut olanlar mevcudiyetlerini korumazlarsa, arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız. Bir taraftan o kanun ve kuralları, diğer taraftan da kanun ve kural adamı olma imajını kullanmalıyız. Yani sizi gören, ‘Bunlar kurallara harfiyen riayet ediyorlar’ demeli.”

“Taa ilerilere gitmeli, can damarları içinde dolaşmalıyız. Cepheleri öğrenmeleri lazım arkadaşlarımızın. Hukuk sistemini didik didik etmeliler. Sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım. Biz de çalışıp onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz.”

“Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek, tepemize binerler. Durmadan hazırlanmalıyız.. Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Devlet memuru arkadaşlarımız kahramanlık yapamazlar. Erken vuruş yaparlarsa dünya başlarını ezer. Bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır.”

***

Fethullah Gülen’in bu sözleri söylemesinin üzerinden yıllar geçti...

Ama ben; unutmayayım, yumuşamayayım, gevşemeyeyim, boş bulunup da “gününü bekleyenler”in oyunlarına düşmeyeyim diye her ay en az bir kez okumaya ısrarla devam ettim.

***

Müritleri; aradan geçen yıllarda Fethullah Gülen’in bu talimatlarının dışına çıkmadılar...

Adliye’de, Mülkiye’de mevcut olanlar, mevcudiyetlerini korudular...

Hem kanun ve kuralları kullandılar (her fırsatta demokrat kesilmeleri bunun örneğiydi) hem de kanun ve kural adamı olma imajını...

Onları görenler gerçekten de “Bunlar kurallara harfiyen riayet ediyorlar” dedi...

Sonra...

“Taa ilerilere” gittiler...

“Can damarları içinde” dolaştılar...

TSK’nın, yargının, emniyetin, üniversitelerin içine sızdılar...

“Hukuk sistemini didik didik ettiler, püf noktalarını öğrendiler...”

Ve sonunda...

“Maratona geçtiler!”

***

Öyle ustaca koşuyorlar ki bu “maraton”u, kimseyi “ürkütmüyorlar!”

Siyaset kurumu yıpranıyor...

Adliye yıpranıyor...

Mülkiye yıpranıyor...

Üniversiteler yıpranıyor...

Medya yıpranıyor...

Ama onlar; bu toz dumanda ortada bile görünmüyorlar!

Her yerdeler, her şeye hâkimler, istediklerini yapıyor ve yaptırıyorlar; ama yıpranmıyorlar!

Sızan gizli soruşturmalarda, fotokopi-gerçek belgelerde, telefon dinlemelerinde hep onların parmak izi var; ama “yok”lar!

O kadar “yok”lar ki; kimse onları suçlayamıyor, eleştiremiyor, bitiremiyor!

***

Sezar’ın hakkı Sezar’a:

İyi oynadılar oyunlarını...

Şimdi de “koşar adım” amaçlarına yürüyorlar...

Koca ülkenin saygın kurumları; onlara karşı, “kendilerini savunmak”tan başka hiçbir şey yapamıyor...
***
Ben yine en az ayda bir kez okumayı sürdüreceğim o sözleri...
Ama... Bakalım daha ne zamana kadar?

20 Şubat 2010 Cumartesi

Terörist isimleri sokak adı oluyor!

Share BDP'li Nusaybin Belediyesi çok tartışılacak bir hamle yaptı.. Karar Öcalan'ın yakalanışının yıldönümünde çıkarıldı.

Mardin Nusaybin Belediyesi, 70 sokak ve mahalleye çatışmalarda ölen PKK'lılar ile terör örgütünün kamplarının isimlerini veriyor.

Habertürk gazetesinin haberine göre BDP'li Nusaybin Belediye Meclisi, 70 sokak ve mahalleye PKK'lıların adlarını koyma kararı çıkardı. Şoke eden bu tavır, Öcalan'ın yakalanışının 11. yıldönümüne denk getirildi.

TERÖR KAMPLARI İsmi Terör kampı isimleri ile öcalan'ın köyü Amara'nın adı sokaklara verildi. 2008'de Diyarbakır'da servis otobüsüne saldıran terörist Mehmet Ş. Yıldeniz'in kod adı "Reber" gibi isimler de mahalle ve sokak adı olarak belirlendi.

REBER (YOL GÖSTEREN): Diyarbakır'da 2008'de Ali Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksek Okulu'na ait servis otobüsüne yönelik saldırıyı PKK üyesi Mehmet Şah Yıldeniz'in de kod ismi

ARGEJ (YÜKSELEN ATEŞ): Şırnak'ın cizre ilçesine bağlı Ulaş köyünde güvenlik güçlerince yakalanan Mesut Gökhan adlı teröristin de kod adı AGİT (YİĞİT): Aktütün karakoluna düzenlenen baskında öldürülen 9 PKK'lıdan biri olan Zakir Yıldız'ın kod ismi.

HOGİR (GÜÇLÜ): Bu kod ismi bölgede 300'ün üzerinde PKK'lının kullandığı tahmin ediliyor.

BOTAN (SİİRT VE ŞIRNAK BÖLGESİ): Osman Öcalan ile birlikte örgütten ayrılan Nizamettin Taş bu ismi kullanıyordu.

ORAMAR (DAĞLICA): Hakkari'nin Yüksekova Dağlıca Taburu'na 21 Ekim 2007'de bir grup PKK'lının saldırısında 12 asker şehit olmuş 8 asker de kaçırılmıştı. Oramar Dağlıca'nın Kürtçe adı.

www.gazetevatan.com

19 Şubat 2010 Cuma

İş Bankası & Atatürk

Share
İş Bankası arşivinde Ata'nın bütün hesap dökümleri bulundu

Bugün Türkiye iş Bankasının 76. kuruluş yıldönümü... Yaklaşık bir yıldır, Cumhuriyet'ten bir yaş küçük bu bankanın belgeseli üzerinde çalışıyorduk.

ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu'nun Tarih Vakfı için deneyimli bir ekiple birlikte yaptığı bir araştırmaya dayanan belgesel, "Atatürk'ün bankası" adı altında bu gece ekrana gelecek.

İzlerseniz göreceğiniz gibi, sözkonusu olan sadece bir bankanın kuruluş hikayesi değil, aynı zamanda yeni rejimin kendi iktisat politikasını oluşturma çabası...

Belgeselin de danışmanlığını üstlenen Uygur Hoca son bir yılını bankanın arşivlerinde, depolarında belge bilgi derleyerek geçirdi ve birbirinden ilginç belgelere ulaştı. Bunlar içinde en ilginç olanlar Atatürk'le ilgili...

Atatürk, Türkiye İş Bankası’nın kurucusu, hissedarı ve destekçisiydi; ama aynı zamanda da müşterisi, mudisiydi...

Kişisel mevduatını değerlendirdiği bankaydı...

Bankanın yıllardır girilmemiş arşivinde Ata'nın cumhuriyetin ilk dönemine ait hesap defterleri hala duruyor.

Prof. Kocabaşoğlu'nun çok yakında çıkacak İş Bankası Tarihi kitabında yer vereceği bu belgeler, bu akşam yayınlanacak belgeselle ilk kez gün ışığına kavuşuyor



HİNTLERİN PARASI
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'la bağlarını koparıp Ankara'ya geldiğinde cebinde hiç parası yoktu.

Kurtuluş savaşının en zorlu günlerinde imdada Hintlilerin, hilafeti kurtarmak için topladıkları 1 milyon lira değerindeki yardım yetişti.

Gazi, 1920'lerin başında bu paranın bir kısmını savaşın finansmanı ve yaraların sarılmasında kullandı.

Kalan parayı ise daha sonra değerlendirmek üzere bankaya yatırdı.

Savaş bittikten sonra kayınpederi Uşakizade Muammer Bey, bu paralarla ne yapmayı düşündüğünü sorunca, Gazi konunun Celal (Bayar) Bey'e danışılmasını istedi. Celal Bey "Bir banka kurulmasını” önerdi.

Gazi Paşa, bankanın kuruluş sermayesinin dörtte biri değerindeki 250 bin liralık hisseyi Hindistan'dan gönderilen parayla satın aldı. Ayrıca da bankanın kurulduğu gün, 207 bin 400 lira yatırarak ciddi bir maddi destek verdi.

İş Bankası bu destek sayesinde kuruldu.


2 NUMARALI HESAP
Gazi Paşa'nın bankada açtırdığı ilk hesap, işte o 207 bin 400 liralık "2 numaralı hesap...."  Bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim:

1924 yılında "1 no'lu hesap" ülkenin cumhurbaşkanına değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ayrılıyor.

Gazi, Meclis'ten sonra geliyor.

Bugün İş Bankası'nın Etlik'teki arşivinde korunan bu hesap defteri, aslında ayrıntılı bir araştırmayı hak edecek kadar ilginç bir belge...

Özellikle "2 no'lu hesap" Atatürk'ün değişik dönemlerde kullandığı toplam 5 hesaptan biri...

Ama gerek işlem sayısı, gerekse yatırılan ve çekilen miktarların büyüklüğü açısından Atatürk'ün bankadaki en önemli hesabı...

Hesabın ayrıntılı bir dökümü, Prof. Kocabaşoğlu'nun kitabında yayınlanacak. Ben burada bu hesaptan bazı ilginç ayrıntılar vermek istiyorum.



İŞTE ATA'NIN BORDROSU



Mutemedi Hasan Rıza Soyak'a göre Atatürk 1927 senesine kadar 5 bin lira maaş ve 7 bin lira "fevkalade tahsisat" alıyordu. Yani maaşı 12 bin liraydı...

1927'den sonra buna "pahalılık zammı" adıyla 2 bin 480 lira ilave edildi.

Peki kesinti?

Olmaz mı?

1927'de Gazi'nin maaşından yapılan kesintilerin toplamı 453 liraydı.

1931'e gelindiğinde eline ayda net 13 bin 186 lira geçiyordu; 1932'de bir kanun ile yüksek maaş alanlara ağır bir vergi konunca Paşa'nın maaşından 5 bin 400 lira kesilir oldu. Ele geçen miktar 9 bin 78 liraya düştü.

Bunlar düzenli maaş gelirleri...

Ancak Ata'nın asıl büyük gelirini bankanın hisse senetlerinin temettüleri oluşturuyor.

Bir de buna satın alıp işletmesini üstlendiği çiftliklerin gelirleri ekleniyor.



İNÖNÜ'YE YARDIM


Gider kalemlerine gelince... Yine çiftlikler, getirdiği gelirden çok masrafa yol açıyorlar. Atatürk, 1930'lu yıllarda Hazine'ye devredeceği bu çiftlikler için büyük harcamalar yapıyor.

İkinci sırada, yakın çevresine yaptığı düzenli yardımlar geliyor.

İlk yıllarda bu hesaptan Şişli Sıhhat Yurdu ve Tayyare Cemiyeti gibi kurumlara, terzi Anastas Ekonomidis, Samanpazarı'nda otelci Mustafa Ağa, müteahhit Erzurumlu Nafiz Bey gibi serbest meslek erbabına ve maiyetteki Vekiliharç Tahsin Bey, umumi katip Hasan Rıza Bey, Kalem-i Mahsusa memuru Ekrem Bey, seryaver Rusuhi Bey gibi kişilere de çeşitli miktarlarda ödeme yapılıyor.

Bunlar içinde en ilginç olanlardan biri İsmet Paşa'ya yapılan ödemeler.

Hesaplardan anlaşıldığı kadarıyla Gazi, yakın dostu İsmet Paşa'ya herhalde maaşının geçimine yetmeyeceği kaygısıyla -1925 yılı ocak ayından itibaren, yani bankanın kurulmasının hemen ardından- ayda 1000 lira yardım yapmaya başlıyor.

Bu miktar 1929 yılından itibaren 2 bin liraya çıkarılıyor.

Ve nihayet 1937'de, yani aslında küs oldukları bir dönemde 3 bin lira olarak belirleniyor.

1925 başından 1938 Kasımına kadarki 13 yıllık sürede İsmet İnönü'ye Atatürk tarafından ödenen paranın toplamı 365 bin 150 lira tutuyor.



RAKI PARALARI



İşBankası'nın kurucu genel müdürü sıfatıyla Celal Bey 'in 1925-1938 yılları arasındaki maaşın 1000 lira olduğu düşünülürse İsmet Paşa'ya yapılan yardımın hiç de az olmadığı anlaşılır.

Ancak Ata'nın harcamaları bununla da sınırlı değildi.

Yine Soyak'ın verdiği bilgiye göre Köşk'ün yaverlerinin, muhafız polislerinin, müstahdemin iaşesi ve köşkün diğer masrafları da Atatürk tarafından yapılıyordu.

Seyahatlerde ulaşım dışındaki, yemek ve içki dahil bütün masraflar tamamen kendi kesesinden çıkıyordu. O dönemde Başvekil ve vekillere ödenen harcırah Cumhurbaşkanı için sözkonusu değildi.



SON HESAP


Atatürk öldüğünde Ankara 3. Sulh hukuk mahkemesi İş Bankası'ndan Ata'nın bankadaki bütün hesabının bir dökümünü istedi.

Banka, 1938 Kasımı itibarıyla "müşterisi" Mustafa Kemal Atatürk'ün nakit ve hisse senedi varlığını şöyle bildirdi:

2 numaralı hesap bakiyesi : 1 milyon 446 bin 872 lira...

4 numaralı hesap bakiyesi : 53 bin 453 lira.

649 numaralı (mareşallikten) tekaütlük hesabı : 19 bin 556 lira...

Bunun dışında İş Bankasının her biri 10 lira değerinde nama yazılı 62 bin 900 hissesi;

Hamiline ait her biri 10 lira değerinde 56 bin 225 hissesi

569 adet müessis hisse senedi.

Zonguldak Maden Kömür İşleri TAŞ'nin;

Nama muharrer, her biri 10 lira değerinde 12 bin 750 hisse...

Hamiline ait, yine her biri 10 lira değerinde 12 bin 250 hisse...

125 adet müessis hisse senedi...

Türkiye İş Bankası'nın o dönemki sermayesinin 5 milyon lira olduğu düşünülürse, Atatürk'ün, 1,5 milyon lirayı aşan hesabıyla öldüğünde bankanın en büyük müşterilerinden biri olduğu söylenilebilir.

Son bir not:

Ölümünden sonra da hesapta hareketlilik bir süre devam etti.

Atatürk'e borçlu olanlar, hesaba para yatırdılar.

Bu arada yine bu hesaptan mahkeme emrine 15 bin lira bloke edildi.

Niye biliyor musunuz?

Atatürk’ün kefil olduğu şahıslara ait borçlara mahsuben...

 
Ata kimlere para veriyordu?

İş Bankası arşivinden çıkan bilgiler Atatürk'ün her ay belirli kişilere düzenli ödeme yaptığını ortaya koyuyor. Hesap dökümüne göre, Atatürk'ten maaş şeklinde aylık alanlar şunlar: İsmet (İnönü) Bey : 1925-1927 arası her ay 1000 ila 3000 lira... Makbule (Atadan) hanım : 1927-1938 arası her ay 200 lira... Bülent Nejat Hanım: 1927-28 yıllarında ayda 100 lira Fahima Zeliha Hanım : 1930- 1932 yıllarında ayda 100 lira Bay Yaşar (Okur) : 1931-38 yılları arasında ayda 100 lira Jandarma yüzbaşısı Hüsnü (Erkin) : 1931-38 arası ayda 100 lira...

Küçük Türkiye, Haiti (Siz bunu okumazsınız çünkü anti-kemalist modern demokratları ilgilendiren konular yok içinde)

Share Küçük Türkiye, Haiti

Mine G. Kırıkkanat / Vatan / 22.01.2010

Türkiye'de bırakın önlerini görmeyi, arkalarına bile bakmayan güdük
politikacılar için bir fırsattır asıl, Haiti örneklemesi. Ayılsınlar,
silkinsinler, artık.

Çünkü...

Pakistan mı olacağız, İran mı derken, asıl büyük tehlike, Marmara
bölgesini vuracak büyük bir deprem sonrası Haiti gibi olacağımız
kesinlik kazandı.

Gözlerini kendi göbek deliğine dikmiş Türkiye'de o kadar çok cahil var
ki, Haiti'yle Türkiye kıyas kabul etmez, Türkiye çok büyük ve zengin
bir ülke, aynı felaket aynı sonuçları doğurmaz sanıyorlar. Haiti
nerededir, bugün içinde boğulduğu felaket ve ABD'nin askeri anlamda
işgalini doğuran yoksulluğa nasıl düşürülmüştür, bilmezler bile.

Oysa, Haiti'nin sonunu hazırlayan özelinde Amerikan, genelinde
çokuluslu şirketlerin güdümündeki tarım, ithalat ve ihracat
politikaları, bugün aynı egemenler tarafından Türkiye'ye uygulanıyor.

***

Tuhaf ama gerçek, Haiti'nin ekonomisini tepetaklak eden tarım ve
hayvancılık politikası, Türkiye'de kuş gribi bahane edilerek köy
tavukçuluğunun yok edilmesine benzer bir "domuz katliamı" süreciyle
başladı. Haiti'de, 1980'li yıllara kadar topraklarının ekonomik ve
ekolojik koşullarına uygun yerel bir domuz türü vardı. Siyah, küçük,
dayanıklı ve ülkenin üretim fazlası mango meyveleriyle beslenen,
serbest gezen, mango olmadığı zaman sahibinin yemek artıklarını yiyen
bu masrafsız hayvan, tek başına bir ailenin geçimi, bizim köylünün dağ
tepe otlanan "ineği" demekti.

1978 yılında, sanayi çapında ürettiği domuz fazlası elinde patlayan
ABD, "domuz vebası" taşıyorlar bahanesiyle Haiti'deki küçük
üreticilere itlaf ettikleri yerel domuz başına 2 ila 5 dolar ve
yerine, daha verimli, daha ağır birer "beyaz" Amerikan domuzu vaat
ettiler. 1978 ile 1982 arası, Haiti'deki tüm yerli domuzlar
katledildi. Katil parası, elbette Haitili politikacıların cebine
girdi, köylüye verilmedi. Ama 400 bin beyaz domuz, dağıtıldı kırsal
alana. Ne var ki çok geçmeden, Amerikan domuzlarını beslemek ve
yaşatmanın çok pahalı olduğu anlaşıldı. Mango ve artık yemiyor,
mısırla besleniyor, mısırın içine antibiyotik katılması, hastalıklara
karşı aşılanmaları gerekiyordu.

Haydi, bu kez ABD'den aşı ve antibiyotik ithal etmek, "daha verimli"
diye yerel mısırı bırakıp Amerikan mısırına geçmek, ithalatı
ucuzlatmak için de "gümrük vergilerini kaldırmak" gerekti. Tabii
politikacıları, komisyon zengini edilerek. Haiti'li küçük üreticiler,
gümrük vergisiz bile pahalı aşıları beyaz domuzlara yapamadılar,
antibiyotikleri yiyeceklerine katamadılar. Bir süre sonra 400 bin
Amerikan domuzun tamamı telef oldu, Haitili üreticiler domuzların
yemediği mango meyvesi üretim fazlasını ne yapacaklarını bilemediler.
Başladılar ülkenin ormanlarını oluşturan mango ağaçlarını kesip odun
kömürü yapmaya... Artık bir domuzları bile yoktu. Ayrıca mango
ağaçlarının tuttuğu toprak erozyona uğramış, ekilir olmaktan çıkmıştı.
Yoksulluk, kırsal alandan kente yoğun bir göç başlattı. İşsiz
köylülerin oluşturduğu gecekondu nüfusu, yerleşik nüfusu aştı.
İşsizlik ve yoksulluk talan çetelerini besledi, rüşvetçi hükümetler
diktatörlüğe dönüştü, ama yolsuzluk hep sürdü.

***

Haiti, günümüzden sadece yirmi yıl önce, gıda ihtiyacının tamamını
kendisi üreten bir ülkeydi. Deprem olduğunda ise gereksindiği temel
gıda maddelerini başta pirinç, yüzde 80'ini ABD'den ithal ediyordu.
Ektiği mısır, buğday gibi hububatın tamamı da çokuluslu şirketlerin
GDO'lu tohumları...

Haiti, önce tarımı bitirilerek çökertildi. Adayı deprem yardımı
bahanesiyle askeri anlamda işgal eden ABD, aslında başladığını
bitiriyor.

Hâlâ bir benzerlik görmeyenler varsa, göz doktoruna gitsin!

18 Şubat 2010 Perşembe

Davulcu Remo'dan bu yana...

Share
Davulcu Remo'dan 
bu yana...



DAVULCU Remo'nun, 
davul çalarken sağ ayağını kaldırıp tokmağı ayağının
altında davula vurması, Samuel Morse'nin elektrikli telgrafı icat etmesine
denk gelir...
(.........)
Kütahya köylülerinin bir keçinin sırtına yazılmış
"ayeti" 
görmeleri 
ve
keçiyi kaptıkları gibi kaymakama götürmeleri, 
kaymakamın da bunu 
"Adı geçen keçiye ne gibi bir işlem yapılmasını"
 bir yazıyla merkeze
sorması 
ise 
Çinlilerin pirinçteki gen sıralamasını bulmalarına rastlar...
(.........)

Şıh Hakkı Hazretleri'nin, müminlerin oval bir cismi okşamaları ya da
ortasında delik olan yuvarlak bir cisme "manalı" fazla bakmalarının imanı
bozacağını tebliğ etmesi de 
İskoç asıllı John Baird'in televizyonu
icat etmesiyle eşzamanlıdır...

Sene 2010...

- Son bir yılda insan epigenomunun şifresi çözüldü...
- Görme engelliler için göz yerine geçen mikroçip yapıldı...
- Bilim adamı robot, Aberystwyth Üniversitesi' nde çalışmaya başladı...
- NASA, Ay'da su bulunduğunu açıkladı...
- Maryland Üniversitesi' nde, atomun içindeki veriyi bir metre uzaklıktaki
kabın içine ışınlayarak taşıdılar...
- Büyük Hadron çarpışması ile yerkürenin sırrı aralandı...
- Subaru teleskobu, komşumuz yeni bir gezegen buldu...
- Başta Alzheimer ve kemik erimesi olmak üzere 
27 hastalığa çare buldu elin
adamı...
Tüm bunlar ise; 
Türklerin "imam" yetiştirip, 
onlardan bilgisayarcı,
matematikçi,
 fizikçi, 
kimyacı,
 bilim adamı,
 vali,
 doktor,
 mühendis, 
yargıç
yapmak istemelerine denk gelir...

İşte siz kaç gündür 
"üniversiteye girişte 
katsayı kavgası" 
ile bunu
izliyorsunuz. ..

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı,
 Başbakan'ı, Milli Eğitim Bakanı, 
yandaş YÖK
Başkanı, 
kimi profesörleri, 
kimi aydınları...

Hâlâ çocuklara
"imam" eğitimi verip, 
onlardan "her şey" 
yapmak için kavga
ediyorlar...

Ama ne yapacaksınız.. .
Dünyanın en gözde,
 en cennet toprakları üzerinde, 
durup dururken 
"çağdışı"
kalmaz insan...

Kalmışsa
 bir sebebi olmalı...

16 Şubat 2010 Salı

Denizlili bir vatandaşın Başbakan Erdoğan'a ithafen yazdığı şiir

Share
" 'İrecep Bey!..'
 
 'İrecep bey sen bize, meydanlarda söz verdin.
 Memleketi düzlüğe, götcem dedin götmedin.
 Garşımızda safilce, boynun büküp durdun,
 Haydut, hırsız, haksıza, çatcem dedin çatmadın.

 
 Müslümanız çok şükür, Batıyınan işimiz
 Olmaz bizim, bizlere yeter gendi aşımız,
 Dedi n emme, sayende, tasmalandı başımız,
 IMF cavırını, atcem ded in, atmadın.

 
Kerkükte gızanları, Kürde teslim eyledin,
 Türk'e vurana güldün, vurulanı payladın,
 Bir ara sevindiydik, böyük laflar eyledin ,
 Kerkük gırmızı çizgim, gitcem d edin gitmedin.

 
 Bizden oy ister iken, cavırlara hep çattın,
 Denizli meydanında, bol bol palavra attın,
 Amerika'ya karşı, söyle bakam, ne ettin,
 Çilli horozlar gibi, ötcem dedin ötmedin.

 
 Push denen o pis cavir, şeyhin mi oldu senin,
 El pençe divan durdun, her lafına sen onun,
 Bir tek vatansever yok, hayalin dolu dört yanın,
 Memleket davasını, gütcem dedin gütmedin.

 
 Mesuttan gurtulduyduk, rahmet okuttun ona,
 Nah bu eller gırılsın, daha oy versem sana,
 Rezil rüsvay eyledin, bizi tekmil cihana,
 Devleti böyük devlet, etcem dedin etmedin .

 
Aşiret artığından, gorkup gaçacak millet,
 Esgerinin başına, çuval geçecek millet,
 Senin gibi içi boş, balon seçecek m illet,
 Değildik, amma yemin ettin, dutcem dedin dutmadın.' "

14 Şubat 2010 Pazar

Başbakan'ın yeni basın müşaviri'ni tanıyor musunuz ?

Share
Başbakanlık'ın yeni Basın Müşaviri, Kanal-7 kökenli Kemal Öztürk oldu.
Peki; adı AKP hakkında açılan kapatma davasının iddianamesinde de geçen Kemal Öztürk kimdir?

***
1969'da Ağrı'da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni bitirdi.
Yazı hayatına 1990 yılında İran Devrimi yanlısı bir yayın politikası olan Girişim ve Selam isimli dergilerde başladı. Bu Meydan, İmza, Nehir, Yeni Zemin, Sözleşme, İstanbullu dergilerinde Mir Mahmut Rıza mahlasıyla laiklik karşıtı yazılar yazdı.
1995'te muhabir olarak Yeni Şafak Gazetesi'ne, 1996'da da belgesel yapımcısı olarak Kanal-7'ye geçti. Hazırladığı "İlk Meclis" belgeseli, laiklik karşıtı bulundu ve RTÜK tarafından yasaklandı.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e hakaretten bir yıl hapse mahkûm oldu.
1999'da Kanal-7'den ayrılarak, dil ve mesleki eğitim almak üzere Amerika'ya gitti.
Daha sonra Bülent Arınç'a danışmanlık yaptı; ardından AKP Basın Bürosu'nda görev aldı.
Nükte Yayınları'ndan 1994 yılında çıkan ve Mir Mahmut Rıza mahlasıyla yazdığı "Bir Garip Oğlanın Hikâyesi" kitabı mahkeme kararıyla toplatıldı. Bu kitap yüzünden de bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bakın, yeni Başbakanlık Basın Müşaviri, 15 yıl önce yazdığı o kitapta kahramanların ağzıyla neler diyordu:
***
- "Devlet kimdir? Helvadan yapılmış puttur."
- "En sonunda beni bir numaralı terörist yapacak bu pez...nkler, bütün laikleri bir bir şişe geçirecem, ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini. Elin o...pusu bile kalkıp 'Ben laikim, namusumla çalışıyorum, kimse karışamaz' demeye başladı. Ula ben böyle laikliğin..."
- "Bak bizim sahte Müslümanlar nasıl bölücülük yapıyorlar. Ben bu yüzden bu adamları sallandıralım diyorum. Ayrıcalık yapanın dinde de katli vaciptir çünkü. Ama dinleyen yok!"
- "Herkes, sineğin şıraya yapıştığı gibi laikliğe sarılır ama kimse onun gerçekte ne anlama geldiğini bilmez. Ne kadar da utanmazlar. Rahmetlinin (Atatürk'ü kastediyor) mirasına sahip çıkan mendeburların hiçbiri, laikliğin ne anlama geldiğini ve nereden geldiğini bilmezler."
- "Eskiden Türkler'in yetiştirdiği 'marimus öküzü'nün sol arka bacağının uyluk yeri ile işkembesinin ayrıldığı yerde bir et parçası bulunur. İşte tam buraya 'laik' denir. Vee bugün kullandığımız kelimenin de aslı buradan gelmektedir. "

***
İşte; Başbakan'ın yeni Basın Müşaviri böyle biri!
Eminim ki o da, "Canım ben de Sayın Başbakanımız gibi değiştim, öyle düşündüğüm günler geride kaldı" diyecektir

Ordu, yargı, medya... Psikolojik savaş!

Share “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü boşuna söylenmemiş. Türklerin tarihinde ‘yok etme’ operasyonları “önce içerde birbirine düşürün, onlar kendilerini bitirirler zaten” anlayışıyla hep içerden başlatılmış. Bu “birbirlerini aşağı çekerler zaten” görüşünü anlatan fıkralar bile var. Aynı özellik 21’inci yüzyılda hiç değişmeden sürüyor.

Meclis’teki partiler birbirinden nefret ediyor, hükümet ordusundan yargısına, medyasından üniversitelerine kadar tüm kurumlarla kavga halinde ve onlara istediği şekli verme mücadelesi içinde... Medya, yargı, üniversiteler (Arınç’ın “demokratikleşecek” dediği kesimler) kendi içinde de siyasi bölünme halinde...

İktidara yakın medya kesimi bir yandan liberal olduklarını iddia ederken herkese, kendi meslektaşlarına bile özgürlüğü, bağımsızlığı haram ediyor. Geçenlerde bir gazetenin genel yayın yönetmeni TV’de bir siyaset bilimci yazara “dönek” demiş, görenler hayretle anlatıyor. Sormak lâzım “Nereden dönek? Neden dönek?”.. Cevaplasın, insanların, özellikle bir siyaset bilimcinin “olayların gidişini, tehlikeleri görerek görüş değiştirmesi” mümkün değil mi? Böyle bir özgürlükleri, insan hakları yok mu? Yoksa özgürlük sınırlarını “kendini liberal sanan ağır baskıcılar” mı çizecek?

Her türlü karalama, suçlama, “darbecilerle işbirliği” etiketleri hazır. Parsel parsel sürüyorlar piyasaya... Bunu yaparken de gerçek gazetecinin, dürüst gazetecinin (veya bilim insanının) korkmayacağını, sinmeyeceğini, güce ve bu tür baskılara boyun eğmeyeceğini akıllarına bile getirmiyorlar. Malûm “kişi herkesi kendi gibi bilirmiş”...

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “Yeter artık, böyle rezillik olmaz” diyerek anlattığı “komutanlara kendi subayları tarafından suikast yapılacağı iddiasının 5’inci iddianamede tek satırla yer almaması” yenir yutulur şey midir? Haftalarca ülkenin altı üstüne getiriliyor, iddialar hükümet üyeleri ve kendi medyaları tarafından gerçek gibi tekrarlanıp duruyor ama sonunda iddianameye girmiyor bile!

Başbuğ, bu baskılar ve suçlamalarla psikolojisi bozulan subayların intihar ettiğini hatırlatacak şekilde “Bu rezilliğin hesabını kim verecek” diye soruyor. Ama insafın zerresi olmayan birileri hâlâ, bu haksızlık karşısında bile papağan gibi “Ordu konuşamaz, işini yapar” diye tekrarlayıp duruyor.

AT ÇAMURU İZİ KALSIN

İçerde kendi ordunuza bu kadar hakareti reva görürseniz dışardan da yansıması gelir tabii... Zaten belki amaç bu “At çamuru, yapışmasa bile izi kalır”... Birilerinin kafasına yer eder. İşte bunların olmaması için yargı kesin kararını açıklayana kadar yargıç kesilme hakkı kimseye verilmemiştir.

The Economist dergisi kısa süre içinde ikinci kez Türk ordusunu (toptan) darbe planları ile özdeşleştirmiş. İlker Başbuğ’u “modern ve siyasete karışmayan bir general” olarak tanımlıyor ama “Başbuğ’un askerleri virüsü kapmış görünüyor” demeyi ihmal etmiyor. Laikliğin gereği olarak, bir devlet kurumu olan ordunun “görevine din karıştırmaması gerektiğini” göz ardı ederek “ordunun İslam’dan uzak duruşu popülaritesini geriletti” diyor. Böylece TSK’nın, darbe iddiaları ayyuka çıkarıldıktan sonra bile “en güvenilen kurum” konumunu koruduğundan haberlerinin olmadığını da ortaya koymuş oluyor.

Bir yanda içten ve dıştan bu psikolojik savaş sürerken diğer yanda “yüksek mahkeme üyelerinin büyük bir kısmını Meclis’in seçmesi” ve “Anayasa’nın değiştirilerek parti kapatmanın zorlaştırılması” çalışmaları da devam ediyor.

“Önce Seçim Kanunu değiştirilmeli ve buna göre bir seçimle oluşacak Meclis karar vermeli” uyarılarını hiç dikkate almadan... Hiçbir kesimle uzlaşma aramadan...


Ve tam aksine hükümetin Anayasa değişikliği söylemlerinde, gerçek demokrasiyi getirecek olan Seçim ve Siyasi Partiler yasaları, yüzde 10 barajının düşürülmesi, dokunulmazlık, yargı bağımsızlığı ve medya özgürlüğünün sağlanması konuları hiç mi hiç yok.

Onlara göre demokratikleşme sadece yargı, medya, ordu ve üniversiteleri iktidar kontrolüne alarak olacak.


www.gazetevatan.com
R.Mengi
13.02.2010

8 Şubat 2010 Pazartesi

Seveni ve sevmeyeni bol olan Hıncal Uluç'un yazısı..

Share

(Yoruma bile gerek yok)
 
Gün
Atatürkçülerin günüdür!..
Atatürkçüler!..
Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri..
Laik, çağdaş,
batılı,
 demokrat Türkiye Cumhuriyeti' ne inanan insanlar..
Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz,
 bugün koparılan gürültüler,
toz duman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti' nden şüphe ederseniz hele, biteriz.Atatürk biter..
Atatürk Cumhuriyeti biter..Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp,
aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon,
uydu
"Ilımlı İslam"
 devletine döneriz.
O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz.
Çünkü Atatürkler tarihte kolay yetişmiyor..
En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi,
yüzyılda bir geliyorlar dünyaya..
Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu.
İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın..
Bakın,
Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye
bağlamış Amerika'nın niyetleri nasıl açık!..
Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri..Türkiye'de iki derin devlet var.
Biri temiz..
Onlar Atatürk
Cumhuriyetçisi laikler..
Kimler?..
Ordu..
Yargı..
Üniversiteler.
Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri..
Bunlara dil uzatamıyor.
Ne diyor..
Bir de Kirli derin devlet var..
Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç.
Yani eninde sonunda o da bulaşık..

O da kirli..
..Ve baklayı ağzından çıkarıyor..
"Ey Türk milleti..
Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde..
Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver.
 Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.."
Yani,
Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin
"Yavru"
muhalefetine bile tahammül edemiyorlar,
 görünüşte.
Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil.
Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp,
 darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?.
Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu..O orda, öyle dimdik durdukça, cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek,
Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak..O zaman hedef ne?..
Ordu!..
Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?..
Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine..
O ordu yıpratılır,
 o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren
"1 numaralı güvenilen kurum"
 niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?..
Oynanan oyun bu..

Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir..
Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı.
Çıkmaz.
O Harpokulu orda durdukça çıkmaz.
Bugün polis ne durumda biliyor musunuz?.
Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?.
Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın
içinde ve başında polisin olması tesadüf mü?.Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor,
yoksa iktidarın emir kulu mu?.
Polisin o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela..
Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır,
 güya çok önemli belgeler ele geçirilirken,
savcılara haber verilmeyişi,
polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı
 yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?.
İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken,
 polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup,
sadece
 TRT
kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf,
 ya da talihsizlikler mi?.
Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler,
hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?.
Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim.
 İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım.
Bir emekli General dedi ki..
"Yazdıkların doğru..
Bak sana söylüyorum.
Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de,
 polis de biliyor.
Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz.
Susuyor.
Polis bunu biliyor ve kullanıyor..
Asker hızla yıpranıyor..."
Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi,
Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..İşte onun için diyorum...Gün susma, sinme, geri adım atma,
 "Hele bir bekleyelim"
deme günü değil..
Onlar organize..
"Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor.Bir yerden işaret almış gibi..
Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında..
Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?..
Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden..
Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri. .
Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler..
Korkmayın..
Sinmeyin..
Susmayın..
Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla..Atatürk'ün kurumları,
onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin, yaşasınlar..Bu ülke bizim..
Bu cumhuriyet bizim..
Atatürk bizim..
Biz yaşadıkça..
Korkmadıkça,
 sinmedikçe,
 palavraya pabuç bırakmadıkça..
* * * * * * * * * * * * * * *
Hıncal ULUÇ
 * * * * * * * * * * * * * * *