9 Kasım 2010 Salı

Sevgili Atam, özür diliyorum!

Share .
.
.
..


Bu 10 Kasım'da Yazgülü Aldoğan'nın 10.11.2007 tarihli yazısının bir kısmını yayınlamayı uygun gördük.. Zira şimdiki duygularımıza tercüman olmuş o yazıda.



Sevgili Atam, özür diliyorum!

... Buralarda işler tatsız be Atam! Yani inanılır gibi değil ama ciddi ciddi bir 10 yıl sonra buraya hala yaşamak istediğim canım memleketim gözüyle bakabilir miyim, bilemiyorum. Çekip gitsen, nereye gideceksin, kalsan nasıl kalacaksın, yabancı gibi olduk kendi ülkemizde! Daha fenası... Biz çaktırmadan savaşıyoruz biliyor musun?

.....

Güneydoğu'da dağlar taşlar asker doldu, yine de bölücü bir terör örgütü, karakol basıp insan öldürüyor, yollara mayın döşüyor, artık kimse bastığı yere toprak diyemiyor! Biz savaşa yabancı değiliz, savaşırız da Atam, daha kötüsü ne biliyor musun? Bu bölücü terör örgütünün destekçileri var ya... Onlar TBMM çatısı altında oturuyor, milletvekili seçildiler! Hatta biz önce "iyi oldu, silahlı mücadeleyi bırakır, ne dertleri varsa burada söylerler" diye düşünmüştük ama onların derdi çift koldan çalışmakmış! Geçenlerde bu örgüt askerlerimizi kaçırmıştı da, bunlar gidip teslim aldı, tamamen insani nedenlerle(imiş!), teslim töreninde örgütün temsilcileriyle ballı güllü, öpüş kokuş, bir slogan atmadıkları kaldı! Zaten meclise girdi diye pek sevindiğimiz kadınlardan birinin kocası da dağlarda TC'ye karşı savaşırmış Atam, bak sen şu işe!

Savaşmak ve şehit vermekten çok rehin vermek koydu bize Atam... Askerlerimizi alıp götürdüler, poz poz fotolarını yayınlayıp, kullanıp gönderdiler. Gerçi daha önce de İranlılar İngiliz askerlerini yakalayıp bir süre tuttuktan sonra geri göndermişti ama koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin askeri dağdaki terörist tarafından propaganda amaçlı kullanılınca ağır geliyor. Kimbilir o çocuklara nasıl ağır geliyordur o da başka, vatan haini damgası yediler şimdiden... Bari Ordu sahip çıksa "personeli"ne!

Savaşmak ve şehit vermek ve hatta rehin vermekten daha tehlikelisi ne biliyor musun Atam! Biz birbirimize düştük! Kurtuluş Savaşı'nda omuz omuza savaşmış bu millet, Türk, Kürt, Laz diye bölünmemişken, şimdi hassaslaşan sinirlerle ayrışmaya başladı. Etnik kimlikler sorgulanmaya, Türk, Kürt birbirine tuhaf bakmaya başladı. Bu kabaran milliyetçilik rüzgarının ardında Kürtlerin de terör örgütünü ve hatta terörü yeterince dışlamaması yatmıyor değil. Ve hatta bir şey söyleyeyim mi, "aydın" takımının her zamanki gibi yanlış tarafta durmaları da başlıca nedenlerinden biri! 12 askerimiz öldürülmüş, bir ay içinde kayıplarımız 40 -50'ye çıkmış, bunlar hala öldürülen teröristlere de acıyalım, onlar da kardeşimiz diyor, ağızlarının kenarıyla bile terörü lanetleyemiyor! Dünyanın neresinde saldırgana ağlanırmış, dünyanın neresinde üzerine silah doğrultulmuşken "kusura bakma, ben barış yanlısıyım, karşılık veremem" denirmiş, dünyanın neresinde topraklarımızda düşman cirit atar, vurur kaçarken kovalamak için başka devletlerden izin alınırmış, burada gördük Paşam! Ah... Evet... Senin gibi komutanlar, senin gibi devlet başkanları görmeyeli çok oldu, her yıl seni bir öncekinden daha çok özlememiz, yokluğunu hissetmemiz de bundan Atam! Yoksa biz vefasız milletiz, keyfimiz gıcır, rahatımız beyde olmasa, aklımıza mı gelirdin, bak canımız ne kadar sıkılıyor ki bu yıl da Cumhuriyet Bayramı'nda Anıtkabir doldu taştı, rekor kırıldı Atam...

Cumhuriyeti emanet ettiğin gençliğe ne olduğunu soruyorsan... Bir kısmı Kuzey Irak'ta, bir kısmı Saraybosna, Kosova'da, bir kısmı Avusturya'da eğitim görüyor, ille başları bağlı gideceklermiş de okula! Senin yanında durmaları için arkalarından itip öne çıkardığın, pilot, doktor, öğretmen yaptığın Türk kadınının yarısından çoğunun en büyük derdi artık başını türbana sokmak Atam! Çarşaflı annelerinin yanında 7-8 yaşındaki küçük kızların bile başı bağlı dolaşıyorlar ve beni en çok yine o malum aydın takımının "size ne kardeşim?, niye rahatsız oluyorsunuz?" sorusu delirtiyor! Biliyorsun değil mi Atam, Çankaya Köşkü'nün Hanımefendisinin de başı bağlı artık, askerler elini sıkmıyor... Milletin canı sıkkın Atam..

....

İşte böyle Atam, mahçubum sana karşı, yüzüm yok.”

Yazgülü Aldoğan

10.11.2007

www.yazgulua.com

-


Bu yıl daha da mahçubuz sana karşı. Her yıl mahçubiyetimiz artıyor Atam! Teröristlere göz yumuluyor, törenlerle karşılanıyorlar! Katillerin başı, bebek katilinin rahatı için uğraşıyor başımızdakiler Atam!

İstiklal marşımız, andımız rahatsız etti başımızdakileri, “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmek istemiyorlar artık çocuklarımıza Atam!

Milletin kanına din diyerek giriyor yine haram yiyenler Atam!

Her yeri kanla sulanmış vatanı karış karış satıyorlar da Cumhuriyeti emanet ettiğin hiç kimse karşı çıkmıyor Atam!

Mahçubum sana karşı!

Mahçubuz sana karşı, yüzümüz yok artık..



İstiklal Marşımızı en son nezaman üstünkörü değil, gerçekten anlayarak okumuşsunuzdur bilinmez. Herzamankinden anlamlı gelecektir, eminim.

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.


Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

2 Kasım 2010 Salı

Banu Avar'dan..

Share

Genç Kardeşlerime Özel

Banu AVAR‘Durum’

NUTUK’ta Mustafa Kemâl Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu noktaların altını çizer:

  • ‘I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş zedelenmiş şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış bir devlet.’
  • ‘Millet yorgun ve çok fakir.’
  • ‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak…’
  • ‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...’
  • ‘İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa Maraş Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş.

    Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor.

    Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette…

    İtilâf Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor…’
  • ‘Memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar….’
  • ‘İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul.

    ‘Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.’


‘Çare..’

Mustafa Kemâl Paşa devam ediyor…

  • ‘Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında her yerde her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşları doğurdu…’


Bu örgütler, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli derneği, Erzurum'da ve Elâzığ'da genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ‘Trabzon'da Muhafaza-i Hukuk derneği İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti .

İzmir’de, ‘bazı genç vatanseverler’ bir araya gelmişlerdi.

Mustafa Kemâl Paşa, milli örgütleri gruplara ayırmıştı: Bunların çoğu İngiltere ve Fransa’dan MEDET umuyorlardı…

‘Hıyanet çeteleri…’

Hıyanet çetelerine gelince,

Diyarbakır Bitlis Elâzığ illerinde İstanbul'dan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında İstanbul'dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti, İstanbul'da üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halîfesi Vahdettin Damat Ferit Paşa Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait Molla’nın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti, ve Amerikan mandacılarından oluşan gruplar…

Mustafa Kemal Paşa özellikle sonuncusunu şöyle açıklıyor:

  • ‘... Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak millî şuuru felce uğratmak yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi…’


‘Ordunun durumu…’

Yine Mustafa Kemâl Paşa anlatıyor:

  • ‘Ateşkes anlaşması ilân edilir edilmez birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş silâh ve cephanesi elinden alınmış savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar haline getirilmiştir…’

Devam ediyor:

  • ‘Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta...’

Ordu ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

‘Milletin durumu…’

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu Padişah ve Halife'nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık.

Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz vatansız hain ve istenmeyen kişi olur...

Mustafa Kemâl Atatürk, burada çok önemli bir başka tespit yapıyor. Yapılan psikolojik operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı gelinemeyeceği, biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin egemen hale getirildiğinin altını çiziyor.

  • ‘Osmanlı Devleti'nin yanında koskoca Almanya Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

    Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu…’

diyor.

Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, ‘Batılı devletlere bağımlı, Padişah ve Halife'ye sadık’ kalarak bu çareleri arıyor…

‘Benim kararım…’

Mustafa Kemâl Paşa verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklıyor…

  • ‘Efendiler ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi… Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!...

    Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir…

    Halbuki Türk'ün haysiyeti gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

    Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

    O halde ya istiklal ya ölüm!’


‘Peki nasıl….’

Mustafa Kemâl Paşa, NUTUK’ta bu ‘nasıl’ı anlatmıştır.

  • ‘…Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu…’

demiştir.

Zamanı gelmeden adımlar atmamış, büyük bir dikkatle hareket etmiştir… Halkın psikolojik durumunu değerlendirmiş ve uygun adımlar atmıştır. Şöyle diyor:

  • ‘Vaktinden önce atılan adımlar, ‘dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar arasında geleneklerine düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete geçirebílirdi.

    Başarı için pratik ve güvenilir yol her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm…’


Yürüdüğü yol ‘Ya İstiklal ya Ölüm!’ yoluydu. Ve bu yol, tüm unsurların içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak çizilmişti. Böylece tarihe, en kısa sürede başarıya ulaşmış bir ‘Kurtuluş’ dersi olarak geçti!

Cumhuriyet’in 87. yılında NUTUK’u yeniden ve dikkatle okumak zamanıdır…


Banu AVAR, 28 Ekim 2010

http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=75
banuavar@superonline.com