2 Kasım 2010 Salı

Banu Avar'dan..

Share

Genç Kardeşlerime Özel

Banu AVAR‘Durum’

NUTUK’ta Mustafa Kemâl Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu noktaların altını çizer:

  • ‘I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş zedelenmiş şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış bir devlet.’
  • ‘Millet yorgun ve çok fakir.’
  • ‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak…’
  • ‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...’
  • ‘İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa Maraş Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş.

    Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor.

    Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette…

    İtilâf Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor…’
  • ‘Memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar….’
  • ‘İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul.

    ‘Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.’


‘Çare..’

Mustafa Kemâl Paşa devam ediyor…

  • ‘Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında her yerde her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşları doğurdu…’


Bu örgütler, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli derneği, Erzurum'da ve Elâzığ'da genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ‘Trabzon'da Muhafaza-i Hukuk derneği İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti .

İzmir’de, ‘bazı genç vatanseverler’ bir araya gelmişlerdi.

Mustafa Kemâl Paşa, milli örgütleri gruplara ayırmıştı: Bunların çoğu İngiltere ve Fransa’dan MEDET umuyorlardı…

‘Hıyanet çeteleri…’

Hıyanet çetelerine gelince,

Diyarbakır Bitlis Elâzığ illerinde İstanbul'dan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında İstanbul'dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti, İstanbul'da üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halîfesi Vahdettin Damat Ferit Paşa Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait Molla’nın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti, ve Amerikan mandacılarından oluşan gruplar…

Mustafa Kemal Paşa özellikle sonuncusunu şöyle açıklıyor:

  • ‘... Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak millî şuuru felce uğratmak yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi…’


‘Ordunun durumu…’

Yine Mustafa Kemâl Paşa anlatıyor:

  • ‘Ateşkes anlaşması ilân edilir edilmez birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş silâh ve cephanesi elinden alınmış savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar haline getirilmiştir…’

Devam ediyor:

  • ‘Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta...’

Ordu ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

‘Milletin durumu…’

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu Padişah ve Halife'nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık.

Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz vatansız hain ve istenmeyen kişi olur...

Mustafa Kemâl Atatürk, burada çok önemli bir başka tespit yapıyor. Yapılan psikolojik operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı gelinemeyeceği, biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin egemen hale getirildiğinin altını çiziyor.

  • ‘Osmanlı Devleti'nin yanında koskoca Almanya Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

    Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu…’

diyor.

Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, ‘Batılı devletlere bağımlı, Padişah ve Halife'ye sadık’ kalarak bu çareleri arıyor…

‘Benim kararım…’

Mustafa Kemâl Paşa verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklıyor…

  • ‘Efendiler ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi… Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!...

    Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir…

    Halbuki Türk'ün haysiyeti gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

    Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

    O halde ya istiklal ya ölüm!’


‘Peki nasıl….’

Mustafa Kemâl Paşa, NUTUK’ta bu ‘nasıl’ı anlatmıştır.

  • ‘…Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu…’

demiştir.

Zamanı gelmeden adımlar atmamış, büyük bir dikkatle hareket etmiştir… Halkın psikolojik durumunu değerlendirmiş ve uygun adımlar atmıştır. Şöyle diyor:

  • ‘Vaktinden önce atılan adımlar, ‘dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar arasında geleneklerine düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete geçirebílirdi.

    Başarı için pratik ve güvenilir yol her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm…’


Yürüdüğü yol ‘Ya İstiklal ya Ölüm!’ yoluydu. Ve bu yol, tüm unsurların içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak çizilmişti. Böylece tarihe, en kısa sürede başarıya ulaşmış bir ‘Kurtuluş’ dersi olarak geçti!

Cumhuriyet’in 87. yılında NUTUK’u yeniden ve dikkatle okumak zamanıdır…


Banu AVAR, 28 Ekim 2010

http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=75
banuavar@superonline.com

0 Yorum Yaz:

Yorum Gönder