14 Şubat 2010 Pazar

Ordu, yargı, medya... Psikolojik savaş!

Share “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü boşuna söylenmemiş. Türklerin tarihinde ‘yok etme’ operasyonları “önce içerde birbirine düşürün, onlar kendilerini bitirirler zaten” anlayışıyla hep içerden başlatılmış. Bu “birbirlerini aşağı çekerler zaten” görüşünü anlatan fıkralar bile var. Aynı özellik 21’inci yüzyılda hiç değişmeden sürüyor.

Meclis’teki partiler birbirinden nefret ediyor, hükümet ordusundan yargısına, medyasından üniversitelerine kadar tüm kurumlarla kavga halinde ve onlara istediği şekli verme mücadelesi içinde... Medya, yargı, üniversiteler (Arınç’ın “demokratikleşecek” dediği kesimler) kendi içinde de siyasi bölünme halinde...

İktidara yakın medya kesimi bir yandan liberal olduklarını iddia ederken herkese, kendi meslektaşlarına bile özgürlüğü, bağımsızlığı haram ediyor. Geçenlerde bir gazetenin genel yayın yönetmeni TV’de bir siyaset bilimci yazara “dönek” demiş, görenler hayretle anlatıyor. Sormak lâzım “Nereden dönek? Neden dönek?”.. Cevaplasın, insanların, özellikle bir siyaset bilimcinin “olayların gidişini, tehlikeleri görerek görüş değiştirmesi” mümkün değil mi? Böyle bir özgürlükleri, insan hakları yok mu? Yoksa özgürlük sınırlarını “kendini liberal sanan ağır baskıcılar” mı çizecek?

Her türlü karalama, suçlama, “darbecilerle işbirliği” etiketleri hazır. Parsel parsel sürüyorlar piyasaya... Bunu yaparken de gerçek gazetecinin, dürüst gazetecinin (veya bilim insanının) korkmayacağını, sinmeyeceğini, güce ve bu tür baskılara boyun eğmeyeceğini akıllarına bile getirmiyorlar. Malûm “kişi herkesi kendi gibi bilirmiş”...

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “Yeter artık, böyle rezillik olmaz” diyerek anlattığı “komutanlara kendi subayları tarafından suikast yapılacağı iddiasının 5’inci iddianamede tek satırla yer almaması” yenir yutulur şey midir? Haftalarca ülkenin altı üstüne getiriliyor, iddialar hükümet üyeleri ve kendi medyaları tarafından gerçek gibi tekrarlanıp duruyor ama sonunda iddianameye girmiyor bile!

Başbuğ, bu baskılar ve suçlamalarla psikolojisi bozulan subayların intihar ettiğini hatırlatacak şekilde “Bu rezilliğin hesabını kim verecek” diye soruyor. Ama insafın zerresi olmayan birileri hâlâ, bu haksızlık karşısında bile papağan gibi “Ordu konuşamaz, işini yapar” diye tekrarlayıp duruyor.

AT ÇAMURU İZİ KALSIN

İçerde kendi ordunuza bu kadar hakareti reva görürseniz dışardan da yansıması gelir tabii... Zaten belki amaç bu “At çamuru, yapışmasa bile izi kalır”... Birilerinin kafasına yer eder. İşte bunların olmaması için yargı kesin kararını açıklayana kadar yargıç kesilme hakkı kimseye verilmemiştir.

The Economist dergisi kısa süre içinde ikinci kez Türk ordusunu (toptan) darbe planları ile özdeşleştirmiş. İlker Başbuğ’u “modern ve siyasete karışmayan bir general” olarak tanımlıyor ama “Başbuğ’un askerleri virüsü kapmış görünüyor” demeyi ihmal etmiyor. Laikliğin gereği olarak, bir devlet kurumu olan ordunun “görevine din karıştırmaması gerektiğini” göz ardı ederek “ordunun İslam’dan uzak duruşu popülaritesini geriletti” diyor. Böylece TSK’nın, darbe iddiaları ayyuka çıkarıldıktan sonra bile “en güvenilen kurum” konumunu koruduğundan haberlerinin olmadığını da ortaya koymuş oluyor.

Bir yanda içten ve dıştan bu psikolojik savaş sürerken diğer yanda “yüksek mahkeme üyelerinin büyük bir kısmını Meclis’in seçmesi” ve “Anayasa’nın değiştirilerek parti kapatmanın zorlaştırılması” çalışmaları da devam ediyor.

“Önce Seçim Kanunu değiştirilmeli ve buna göre bir seçimle oluşacak Meclis karar vermeli” uyarılarını hiç dikkate almadan... Hiçbir kesimle uzlaşma aramadan...


Ve tam aksine hükümetin Anayasa değişikliği söylemlerinde, gerçek demokrasiyi getirecek olan Seçim ve Siyasi Partiler yasaları, yüzde 10 barajının düşürülmesi, dokunulmazlık, yargı bağımsızlığı ve medya özgürlüğünün sağlanması konuları hiç mi hiç yok.

Onlara göre demokratikleşme sadece yargı, medya, ordu ve üniversiteleri iktidar kontrolüne alarak olacak.


www.gazetevatan.com
R.Mengi
13.02.2010

0 Yorum Yaz:

Yorum Gönder