24 Mart 2010 Çarşamba

Majestelerinin Anayasası!

Share
O kadar çok konu var ki yazacak, bu küçücük yer bana asla yetmez, daha başlarken biliyorum bunu ama yine de deneyeceğim... Meselâ Deniz Feneri Derneği’nin -elbette hâlâ ‘soruşturma gizliliği’ diye, nedense diğer soruşturmalarda her şey apaçık ortaya dökülür, gazetelere manşet olurken bu dev yolsuzluk olayının üstünün örtülmesi sonucu- tümüyle masum havalarda yaptığı açıklamalar var.

“Açı doyurmuş, açığı giydirmiş”ler, sadece iyilik yapmışlar ama bazı partilerle, gazeteler Almanya devleti ile ortak çalışarak Deniz Feneri üzerinden Türk insanının iyilik duygularını zayıflatmaya çalışmış... Almanya’da “yüzyılın en büyük bağış soygunu” olarak adlandırılan, trilyonlarca liralık bağışın, bizzat o bağışçıların paralarının yok edildiği bir olayı millete böyle aktarıyorlar. Ama kimse “Kardeşim ne oldu bu dava, iki Deniz Feneri arasındaki ilişki, ortaklık açıkça mahkeme tarafından belirlenmemiş miydi” diyemiyor.

Millet her gün soruyor, sorumlulara kimse sormuyor, “gizli” diye aylardır saklanıyor.

Öte yanda, geçenlerde arşivde bir bilgi ararken rastladığım çok ilginç bir sürmanşet haber var...

Başbakan Erdoğan, 2007 Mart ayında kendisiyle ilgili medyada çıkan bir habere kızarak cevap verirken şöyle demiş; “Bu medyanın karın sancılarının ne olduğunu biliyorum. Zaten şu anda Maliye de her şeyi takip ediyor.” Gerçekten ilginç değil mi? Birbirini takip eden cümlelerle bu iki olay nasıl ilişkilendirilebilmiş? Bu sözden sonra “Maliye’nin bir medya grubuna tarihte görülmemiş bir ceza kesmesi”ni nasıl değerlendirmek lâzım? En iyisi yorumu okuyucuya bırakmak...

Şimdi gelelim; “kendin pişir, kendin ye” şeklinde yapılmak istenen “yüksek yargının yapısını değiştirme” operasyonuna...

Bu olay çok ciddi; “Meclis’i ve hükümeti denetleme görevi yapan ve diğer denetim mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı” bir ortamda önemi had safhaya çıkan yüksek yargının üyelerini de siyasallaştırdıkları takdirde Türkiye’yi hamur gibi yoğurup istenen şekli vermek için hiçbir engel kalmayacak.

PLÂNIN PARÇASI; YANILTMAK

Şu noktaya çok dikkat etmek gerekiyor: Görevleri bu operasyonlara “gereken desteği vermek” olan bazı yazarlar ve gazeteler yüksek mahkemeleri ele geçirme operasyonuna “değişime karşı çıkma”, “12 Eylül Anayasasının değiştirilmesini engelleme” gibi kılıflar buluyorlar. Olayı “Muhalefet partilerinin, iktidarın yapacağı değişimlere karşı çıkması, onunla birlikte Anayasayı değiştirmeye yanaşmaması” şeklinde yansıtarak okuyucuyu resmen aldatıyorlar.

Türkiye’de Anayasa’nın değiştirilmesine karşı çıkan yok ama ülkenin geleceğine yön verecek en önemli kanunların her demokratik ülkede olduğu gibi “tüm kesimlerin katılımıyla hazırlanması” gerektiği son derece haklı olarak söyleniyor.

Mevcut düzene “al gülüm ver gülüm düzeni” diyen AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ “Ben seni seçeyim, sen beni seç. Geniş tabanlı temsil olmasın mı” diyor. Peki yüksek yargı üyelerini, hakimleri, savcıları bağımsız ve yılların deneyimine sahip yüksek yargı üyelerinin seçmesi mi doğrudur, yoksa HSYK’nın tüm yetkilerinin Adalet Bakanı ve müsteşarına verilmesi, üyelerinin ise AKP veya aynı görüşteki Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi mi?.. AKP deyince de seçecek olanlar “milletin seçtiği, millet iradesini yansıtan” milletvekilleri değil (bunun değişmesine de karşılar), tek başına Başbakan... Yani dolayısıyla Erdoğan ve Gül birlikte oturup Anayasa Mahkemesi üyelerine ve diğer yüksek mahkemelere üye seçen HSYK üyelerine karar verecekler. Bu, yargının tümüyle siyasi parti haline gelmesi “al gülüm ver gülüm” olmayacak ama işlerine geldiğinde “Bağımsız yargıya herkes saygılı olsun” dedikleri, gelmediğinde “dokunulmazlıkları kaldıramayız, yargıya güvenmiyoruz” dedikleri yargının en yüksek kurulunun veya yüksek mahkemelerinin seçmesi “al gülüm...” olacak.

BU TELAŞ NE?

Ve örneğin Cumhurbaşkanı AYM’ye 2 üniversite mezununu bile atayabilecek. Anayasa Mahkemesi öyle önemsiz ki hiçbir deneyime/uzmanlığa gerek yok, herkes üye olabilir yani... Yeter ki AKP’nin her istediğini onaylayan Cumhurbaşkanı karar versin.

Sonra örneğin; Anayasa Mahkemesi raportörlerinin böyle bir yetkisi olmamasına rağmen, her gün siyasi taraf olarak iktidarı destekleyen açıklamalar yapan Osman Can ve benzer isimlerin AYM’ye ve HSYK’ya seçilmesinin de önü açılıyor. Cumhurbaşkanı’na; rektörlük atamalarında yapıldığı gibi “fazla oy alan aday” yerine az oy, hatta tek oy alanı AYM’ye seçme hakkı da veriliyor.

Dikkatten kaçırılmayacak bir nokta da; taslağa konan geçici 20. madde ile HSYK’da yapılacak değişiklik gerçekleştikten 30 gün sonra Kurul’un yeniden oluşturulması... Aceleleri var yani; istedikleri savcıyı, hakimi istedikleri yere atamak için aşırı telaşları var. Bu telaş neden, merak etmez misiniz?

Parti kapatma kararını; Meclis’teki her partiden 5’er üye bulunacak bir komisyona verip, bunu da “Bakın bizim daha çok koltuğumuz var ama biz de 5 üye veriyoruz, ‘buyrun siz karar verin’ diyoruz” şeklinde anlatmaları ise tam komedi. İki partinin anlaşarak, gizli oylarla istedikleri partiyi kapatmalarını nasıl önleyecekler acaba? Ve bu gerçekleşirse, Anayasa Mahkemesi’ne, Danıştay’a bile “hukuki değil, siyasi karar verdi” derken rakip partilere demeyecekler mi?

Bu tehlikeli girişim için Türkiye’nin sonu hayrolsun demekten başka ne söylenebilir ki?

Ruhat Mengi
rmengi@gazetevatan.com
www.gazetevatan.com 24.03.2010

0 Yorum Yaz:

Yorum Gönder