3 Eylül 2009 Perşembe

“Barış ve kardeşlik” mi demiştiniz??

Share Türkiye’nin önemli bir terör uzmanıyla konuştum dün... Anlattıklarını kısaca sizinle paylaşmak istiyorum.

“Dün Türkiye’de çok ilginç 2 görüntü vardı ama kimsenin dikkatini çekmedi” diye başlayarak Diyarbakır’da yapılan DTP mitingi ile, Polatlı’da aynı gün yapılan Şemdinli’de şehit olan askerin cenaze töreninden söz etti.

“Ahmet Türk’ün de katıldığı ve konuştuğu DTP mitinginde ‘Dağdakilerin, PKK’nın en büyük güç olduğu, Kürtleri Türklerden ayrılmaya iten nedenler olduğu, PKK ile Öcalan sürece dahil edilmediği takdirde çözümün olamayacağı’ tüm konuşmacılar ve büyük bir kalabalık tarafından onaylandı. Polatlı’daki şehit cenazesinde de büyük kalabalıklar PKK’ya çok haklı bir tepki, nefret gösterdiler” dedikten sonra ekledi:

“Bundan daha net bir bölünmüşlük olabilir mi? Bu kalabalıkların artık Türkiye’nin herhangi bir yerinde karşı karşıya gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Kürt açılımı denilen girişimle millet bugüne kadar başarılamayan bölünmüşlük, ayrışma düzeyine ulaştırılmıştır. Terminolojide kullanılan ‘barış ve kardeşlik’ kelimeleri de yanlıştır; ortada ‘savaş’ mı var ki barıştan söz ediyoruz, düşman toplumlar mı var ki ‘kardeşlik’ten söz ediyoruz. Bugüne kadar DTP’nin kullandığı slogan ve kalıplar devlet tarafından benimsenmiş görüntüsü oluşturularak önemli bir yanlış adım atılmıştır. İçinden çıkılması da çok zor görünüyor.”

Terör uzmanının söylediklerine DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün “Cin şişeden çıktı” sözüyle ve Öcalan’ın “Türklerle Kürtlerin ortak vatanı Türkiye ile Kürdistan’dır” sözüyle birlikte baktığınızda “şişeden çıkan cin”in ne olduğunu görmek hiç de zor değil.

Eğer DTP samimi şekilde çözüm isteseydi, ‘Türkiye’nin meclisinde bir parti’ olarak sorunu da mecliste, demokratik zeminde çözmeyi yeterli görürdü. Ama onun asıl isteği PKK terör örgütü ile liderini devletin muhatabı haline getirmek. Onlara “bir parti ile genel başkanı” statüsü kazandırmak.

Devletin Güneydoğu’yu kalkındırması, Kürt kültürünün gelişmesine imkân sağlanması filan da değil istenen, alâkası yok; ama ne olduğunu zaten “Onu sürece dahil etmezseniz çözüm olmaz” dedikleri, “Gerçek harita İmralı’da çizilendir” dedikleri “haritanın sahibi”, terör örgütünün başı Öcalan anlatıyor.

O “asıl amacı” anlatıyor ama Türkiye’den hâlâ şehit cenazeleri kalkarken hükümet bu açılımın ülkenin başına öreceği çorabı bence halka anlatamayacak.

Vatandaştan; “Bu kadar önemli bir konuda açılım yapılırken nerelere açılacağımızı bilmek hakkımızdır” diye mektup yağıyor, onu da söylemiş olayım.

*****

“Demokratikleşme” neymiş, öğreniyoruz!

Tam da AKP hükümetinin “demokratikleşmeden ne anladığını”, bunun “yargı reformu” adı altında “YARGININ EN ÖNEMLİ KURUMU” olan HSYK’da (ve tabii başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek mahkemelerde) yapmak istediği değişiklikle, üyelerin bir kısmını iktidarın seçmek istemesiyle ortaya çıktığını yazacaktım. Ki İsmet Berkan’ın da dün Radikal’de aynı noktaya dikkat çektiğini gördüm.

Onun yazısından alıntılarla başlayayım: “Düşünebiliyor musunuz, yargı reformuyla ilgili bir çalışma başlatıyorsunuz ve 13 tane stratejik hedef belirliyorsunuz, bunların birincisi ‘yargı bağımsızlığını güçlendirmek.’

Böyle bir stratejik hedefe sahip olmak bile başlı başına bir itiraf değil midir?”

“Biz sanıyoruz ki millet birini seçtiğinde demokrasi gerçekleşmiş olur, o ‘biri’ de her konuda istediğini yapma hakkına sahip olur! Buna yargıyı istediği gibi biçimlendirmek de dahil!”

Evet, işte olay bu... Böyle olduğu içindir ki Bülent Arınç “öncelikle yargının, üniversitelerin, medyanın demokratikleşmesi gerekiyor” dediğinde bizler artık vatandaş olarak “bu kurumların hepsinin iktidar emrine girmesi, tek elden yönetilmesi gerekiyor”u anlıyoruz.

Zira AKP “demokratikleşme”den söz ederken de, “Anayasa değişikliğinden” söz ederken de “dokunulmazlıkların kalkmasını, seçim ve partiler yasalarının değişmesini, medya ve yargı bağımsızlıklarının güvence altına alınmasını” hiç hatırlamıyor. Tam aksine bunların ilk ikisinin olduğu gibi kalmasını, son ikisinin ise siyasi gücün daha da fazla etkisi altına girmesini hedefliyor.

OTOMATİK PİLOT

Düşünün hem “demokratikleşme” diyeceksiniz hem de eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in “Milli Eğitim Bakanlığı’nı otomatik pilota bağladım, benden sonra kim gelirse gelsin fark etmez” demesi gibi demokrasinin tüm bağımsız -olması gereken- kurumlarına “otomatik pilota bağlama projeleri” hazırlayacaksınız. (Çoğunu halihazırda bağlamışken...)

Hem demokratikleşme diyeceksiniz, hem de iktidar partisi milletvekillerinin (lider tarafından seçildiği için) konuşma özgürlüğü bile olmayacak. “Farklı görüşten hoşlanmayız. Kafası kesile...” benzeri tehditlerden sonra nasıl olsun?

Hem demokratikleşme diyeceksiniz ve hem de medyadan yargıya, muhalefetten, sivil toplum kuruluşlarına herkesi susturma-sindirme-ele geçirme politikası içinde olacaksınız.

O zaman bu demokratikleşmeye saflardan başka kim inanır söyler misiniz?

R.Mengi
www.gazetevatan.com / 02.09.2009

0 Yorum Yaz:

Yorum Gönder